DEREOTUNUN MUHTEŞEM FAYDALARI

DEREOTUNUN FAYDALARI NELERDİR?

1- Mide ve bağırsak gazlarını söktürür atar, kökünü kurutur.

2- Kolayca sindirim yapmanızı sağlar, mideyi gerektiği gibi çalıştırır fazla yormaz.

3- Hıçkırık denilen baş belasını keser ve hava yutmayı engeller.

4- Sinirdeki zafiyetleri tamir eder ve de iyi bir uyku vericidir.

5- Dereotu kadınların özel hallerine yardımcı olur en önemlisi aybaşı kanamalarını kolaylaştırır.

6- Sütüm yok diyen anneler, dereotu anne sütünü çoğaltır.

7- Dere otunun bir faydası daha: İştah açıcıdır.

8- Ağzı kokan vatandaşa bu haber, ne olur oku: Dere otu ağız kokusunu giderir.

9- Çocuklardaki ve büyüklerdeki gaz ağrılarını giderir,

10- Son olarak da dereotu yemeklere ve salatalara tat vermek için konulur.

DEREOTUNUN ZARARLARI NELERDİR?

Hamilelerin kullanmaları sakıncalıdır!

DEREOTU KÜRÜ NEDİR, NASIL UYGULANIR?

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu 'nun Tiroid (hipotiroid ya da hipertiroid) şikayetlerine karşı tavsiye ettiği destekleyici bitki "dereotu' kürüdür.

Saraçoğlu bu kürün bilhassa nodüller için çok etkili bir bitki olduğunu belirtiyor. Bu kürü ayrıca bitkisel olarak da yardımcı ve destekleyici kür kullanabilirsiniz.

Hipotiroid (Tiroidin yavaş çalışması) ya da Hipertiroid (Tiroidin hızlı çalışması) sırasında, dereotu kürü uygulanacaktır. Tiroid glandının her iki halde de kürün uygulanış şekli benzerdir.

Dereotu kürünün uygulanışı: 

Sabah, öğle ve akşam aç karnına, öğünlerden 15 Dakika önce 1 yemek kaşığı dolusu taze yeşil dereotu bir kaç kere çiğnendikten sonra 2-3 yudum Su ile yutulacaktır. Bu küre hiç ara verilmeden 3 Ay devam edilir.

Kürün ikinci ayından sonra tiroid hormonlarınızı zaman zaman kontrol ettirin, çünkü kullandığınız ilacın miktarını azaltmanız lazım olabilir. İlaç azaltımını doktorunuza söylemeden kesinlikle ama kesinlikle kendi kendinize karar vermeye çalışmayın. Önce durumu bir doktorunuza arz edin.

Tiroid nodüllerinin küçülmesinde ya da ilerlemesinde de bu kür oldukça etkilidir. Bu kür sayesinde çok sayıda hasta, ilaç alımından kurtulmuştur .Var olan nodülleri de yok olmuştur. Gerekirse dereotu kürüne daha uzun zaman devam edilebilir.

Bu konuda 5 ay sonra ilaçlarını bırakan hastaların oranı yüzde 90'dır.

BEMBEYAZ DİŞLER İÇİN

Bembeyaz dişlerle gülümsemek gibisi yoktur.

Güzel bir gülümsemenin olmazsa olmazı nedir sizce? Tabiki sağlıklı, bembeyaz dişler. Hoşumuza giden yiyecekleri, içecekleri keyifle tüketiriz fakat dişlerimizde oluşturdukları lekeler renk değişimleri hepimizin canını sıkar.

Aklımıza geldikçe diş doktoruna gidip beyazlatma işlemi uygulatmak ilk akla gelen çözüm elbette ama sonrasında da minik bazı noktalara dikkate ederek o beyazlığı korumak daha önemli.

Kalıcı diş beyazlığı istiyorsanız aşağıdaki önerilerimizi uygulayabilirsiniz;

DİŞ İPİ KULLANMAYI ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİN.
Diş ipi beyazlatmaya doğrudan yardımcı olmayacaktır elbette. Ama yiyecek ve içeceklerin dişlerimizde bıraktığı artıkların yarattığı plak oluşumunu engellemenizde en etkili çözümlerden biridir. Dişinizin sadece diş beyazlığını değil, sağlığını korumak için de mutlaka diş ipi kullanın.

DİŞ MACUNUNUZU BEYAZLATICI OLANLARDAN SEÇİN
Diş macunu reyonunda siz de bizim gibi gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakalıyor musunuz? Ne çok çeşit, ne çok çeşit! Biz artık kolayını bulduk, doğrudan beyazlatmak üzerine formüle edilmiş macunlara yöneliyoruz. Zaten diğer macunların yaptığını yapıyor olmalarının yanı sıra beyazlatma özelliklerini kullanmak kadar akılcı bir tercih yok bizce.

DİŞLERİNİZİ DAHA ÇOK FIRÇALAYIN
Dişlerimizi günde ne kadar fırçalamamız gerektiği konusunda genel eğilim günde iki ya da üçtür bildiğiniz gibi. Ama siz bir kuşluk bir de ikindi fırçalaması ekleyin ne olacak? Evde kullandığınız daha profesyonel fırçanızın yanısıra çantanızda bir minik yumuşak fırça ve standart bir diş macunu bulunsun ve gün içerinde içtiğiniz çayların, kahvelerin oluşturabileceği lekeleri yer etmeden önleyin.

DİŞ BEYAZLIĞI İÇİN ÇAYI, KAHVEYİ AZALTIN
Evet, bir üst maddeden buraya geleceğimizi anlamıştınız belki de. Diş lekesi oluşumunun iki önemli sorumlusundan bahsetmeden olmazdı:. Çay ve kahve.  Evet, onlarsız bir hayatı biz de düşünemiyoruz ama sayıyı makul bir miktarda tutmakta ve yukarıda bahsettiğimiz gibi dişlerinizi fırçalayarak oluşturacakları lekeleri önlemeye çalışmakta fayda var.

 YEDİKLERİNİZLE DİŞLERİNİZE DESTEK OLUN
Bazı yiyeceklerin diş beyazlığı konusunda  yardımcı olduğuna ve hatta bazılarının beyazlattığına inanabiliyor musunuz? Şahane değil mi? Mesela çilek doğal bir beyazlatıcı. Mesela limon. Limonun üzerine karbonat serpip dişlerini ovanlar bile varmış. Ama biz bu kadarını diş minesine zarar verebilir diye önermiyoruz.

Bir de tükürük salgınızı artırıp plak oluşumunu önleyenler var: Elma, havuç ve kereviz gibi.

ALLIK HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER

Allık çoğu kişi tarafından es geçilse de makyajın en önemli unsurudur ve kurtarıcısıdır.

Allıkta renkler de, olanaklar da, sonuçta ortaya çıkan görüntü de sınırsızdır neredeyse. O yüzden size önerimiz allığı es geçmemeniz. İsterseniz bir boş zamanınızda bir allıklı bakın yüzünüze bir de allıksız. Aradaki farkın gayet net olduğunu göreceksiniz.

Allık nasıl kullanılır sorusunun mutlaka bilinmesi gereken yanıtları:

Cilt tipine göre allık seçin: Burada bilmeniz gereken şu: Cildiniz yağlıysa toz, kuru ise krem allık sizin için en doğru seçim olacaktır. Jel allıklar ise her türlü cilt tipine uygundur.

Cildinizle karıştırın: Krem allık kullanımında bilmeniz gereken tek püf noktası şudur: En doğal görünüm için krem allığı elmacık kemiklerinizin şekline uygun kullanıp iyice yedirmelisiniz. Cildin kendi rengiymiş gibi durması gerekiyor yani. Elmacık kemiklerinizin yerini tam olarak tespit etmek için şöyle kocaman bir gülümseme gönderin aynada kendinize. Hah, işte yanaklarınızdan farklı olarak iyice yükselen bölüm. Allığın temel ilgi alanı tam o bölümdür.

Makyajı tersinden deneyin: En doğal görünüm için fondötenden önce baskın bir allık uygulayın. Böylece allık tamamen cildinizin kendi rengiymiş gibi duracaktır. Daha sonra üzerinden hafifçe geçmeniz yeterli olacak.

Doğru sürün: Evet, temel nokta elmacık kemiklerimiz ama yüzünüzün yapısına göre biraz daha aşağı ya da yukarı doğru bu alanı genişletmeyi deneyin. Her yüzün yapısı farklıdır. Allıkla yarattığınız görünümlerden hangisinin size en çok yakıştığını bulun.

Atmayın: Allık en uzun süre dayanan makyaj malzemesidir. 1-1,5 yıl boyunca kullanabilirsiniz.
İlle de büyük fırça şart değil: Daha dar açılı makyaj fırçalarıyla da deneyin. Böylece nokta vuruşlar yapabilirsiniz.

Dağıtın: Çok basit bir hiledir ama herkes bilmez. Fırçaya daha fazla allık alın ve dağıtın. Epeyce.
Çeşitlendirmekten korkmayın:  Allık kullanımında çeşitlilik anahtardır. Sadece kırmızı ya da kiremit değil, pembe, şeftali ve nötr tonlarda denemeler yapmaktan çekinmeyin. Cildinize en çok yakışanlarla karışım yapın hatta.

Krem allık yaratın: Toz allığınızı yüz kreminize karıştırıp uygulayabilirsiniz. Oldukça doğal bir görünüm elde edersiniz.

Allıksız kalmayın: Allığınız bittiyse dudaklarınızda kullandığınız ruju allık bölgesine sürüp parmaklarınızla dağıtabilirsiniz.

Ten renginize göre allık seçimi:  Beyaz tenliyseniz yumuşak pembe, şeftali ve mercan tonları, kumralsanız bunların daha koyu versiyonları size göredir. Buğday tenliyseniz orta tonlarda turuncular ve koyu pembeler, esmerseniz pırıltılı mercan, koyu portakal, mürdüm ve pırıltılı kahverengiler size çok yakışacaktır.

İSTENMEYEN TÜYLERE BİTKİSEL ÇÖZÜM

Hem kadınların hem de erkeklerin kullanabilecekleri bitkisel çözümleri yapmak ve kullanmak pek de zor değil. İşte istenmeyen tüyleri inceltmek, azaltmak ve yok etmek isteyenlere bitkisel, doğal çözümler.

Nane Tüyleri Nasıl Döker?

Nane bitkisinin tüyleri yok etmedeki başarısı bölgeye sürerek veya ağız yolu ile alınarak kendini belli eder. Nane kuru şekilde değil, yaş olarak uygulanır. Tüyleri alınan bölgeye yaş nane ince ince doğranarak sürülür. Bir diğer önerilen kullanım şekli ise; naneyi yemektir. Çok fazla olmamak şartı ile 2 hafta süreyle her gün bir tutam nane tüketmeniz tüylerin dökülmesini sağlayacaktır.

Tüyleri Dökmek için Aslanpençesi

Aslanpençesi bitkisi çay gibi içilerek tüylerin dökülmesi sağlar. Her gün bir bardak içeceğiniz aslanpençesi çayı tüylerinize veda etmenizi sağlayacaktır. 1 bardak kaynar suya bir tutam aslanpençesi ilave edilir ve demlendikten sonra süzülerek içilir.

Limonla İstenmeyen Tüyleri Dökmek

Limonda yer alan asitler alınan tüylerin eskisi gibi çıkmasını engeller. Kıl köklerini zayıflatan asit zaman içinde tüylerin incelmesini sağlar. Limon tuzla karıştırılarak sürülürse tüylerin döküldüğünü ve azaldığını göreceksiniz.

Tüy Dökücü Bakla

Bakla kıl köklerini zayıflatmak konusunda çok etkilidir. Kullanırken sadece kabuklarından faydalanılır. Kabukları sıkılarak yarım çay bardağı su elde edilir. Bakla suyu tüyleri aldıktan sonra ilgili bölgeye sürülür. Dilerseniz pamuk yardımıyla sürebilirsiniz. 30 dakika beklettikten ve düzenli uyguladıktan sonra faydalarını görmeniz mümkündür.

KALIN BACAKLARI İNCELTMENİN YOLLARI

Birçok kadın kalın bacaklarından pek memnun değildir. Sadece kadınlar değil, bazı erkekler de kalın bacaklarından şikayetçidir. Yağlanma, bazı kişilerde bacaklarda olabilmekte ve bunun asıl nedeni de genetik yapıdır. Eğer sizin de genetik yapınız bu şekilde ise, yani kalın bacaklarınız varsa, egzersizlerinizi daha çok bacaklarınıza yönelik yapmanızda fayda olacaktır.

Kalın Bacakları İnceltmek İçin Yapılabilecekler

1 - Egzersizleriniz sırasında iç bacak, sırt ve kalçaları çalıştıran hareketlere yönelin. Örneğin merdiven çıkmak, bisiklete binmek, koşu ve yürüyüş bu bölgeler için etkili egzersizler arasında yer alır.

2 - Beslenme düzeninizde karbonhidratları ve yağları azaltın. Aşırı yalpı yemek genellikle bacaklarınızın kalınlaşmasına ve kalçalarınızın genişlemesine sebep olur. Su içmek vücudunuzda suyun tutulmasını önler. Böylece bacak bölgenizdeki şişkinliği azaltabilirsiniz. Daha fazla su için, daha fazla meyve ve sebze yiyin. Bununla birlikte yağlı sosları yağ içermeyen soslarla değiştirin.

3 - Haftanın en az üç günü; ki biz beş günü tavsiye ediyoruz; uzun mesafe yürüyüşleri yapın.

4 - Vücuttaki yağ hücrelerini yıkmak ve bacaklarınızın daha ince gözükmesini sağlamak için selülit kremleri kullanmayı deneyin. Yapılan yeni araştırmalara göre kafein içeren kremlerin bacakların görünümünü de etkilediğini göstermiştir.

5 - Bronzlaşmayı deneyin. Bunun için güneşlenebilir, solaryuma girebilir veya bronzlaştırıcı kremler kullanabilirsiniz. Bronz bacaklar, normalden daha ince gözükmektedirler.

KİRPİK UZATMA VE GÜRLEŞTİRME FORMÜLÜ

Özendiğiniz uzun ve gür kirpiklere sahip olmak istiyorsanız, aşağıdaki formülü uygulayabilirsiniz.

Kirpikleri uzatmak için

Bir çay kaşığı hint yağı ve 12 gram kakao yağı (1 yemek kaşığından birazcık az) katıp hepsini cam bir kabın içinde karıştırın.

Hazırladığınız kabı başka bir sıcak su dolu kabın içine koyup krem gibi koyulaşana kadar ısıtın.

Hazırlamış olduğunuz karışımı soğutup, 15 gün boyunca aksatmadan temiz bir rimel fırçası ile yatmadan önce gözlerinize kaçırmayarak kirpiklerinize uygulayın. Uygulama işlemini kirpik kökünden uçlara doğru sürün.

Kirpikleri gürleştirmek için

Aynı ölçüde badem yağı ve hint yağını küçük bir şişede karıştırıp 15 gün boyunca gece yatarken kirpiklerinize güzelce uygulayınız.

ROKANIN MUHTEŞEM FAYDALARI

Genellikle balıkla birlikte anılır ismi. Ancak sadece balıkla değil, her zaman hatırlanması gereken bir sebzedir roka.

Kokulu bir bitki olan roka, C vitamini açısından oldukça zengindir. Ayrıca, K ve P vitamini ile çeşitli mineraller içerir.

Rokanın Faydaları:

* Roka iştahı açar.

* Mideyi güçlendirir.

* Hazmı kolaylaştırır

* İdrar söktürücü özelliği vardır.

* Karaciğere faydalıdır.

* Karaciğer ağrılarını azaltır, önler.

* Kanı temizler.

* Sarılığı keser.

* Uyarıcı özelliği vardır.

* Vücuda güç verir.

* Bağışıklık sistemini güçlendirir.

* Cinsel gücü ve isteği arttırır.

* Öksürüğü keser.

* Vücuttaki zararlı maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.

Roka Nasıl Kullanılır?

Rokanın hem yaprakları hem de kökü değişik amaçlarla kullanılabilir. Hatta tohumları bile kullanılmaktadır. Köklerinden ve tohumlarından baharat üretilmektedir.

Baharatı yemeklere güzel koku ve tat vermek için kullanılır. Yapraklarının ise salatası yapılır.

100 gram taze roka yaprağında yaklaşık 150 mg C vitamini bulunmaktadır. Rokanın aynı zamanda afrodizyak etkisi de vardır.

Roka, C vitaminin yanı sıra K ve P vitaminler ve çeşitli mineraller açısında da oldukça zengin bir bitkidir.


GEBELİKTE BEL AĞRISINA DİKKAT!

Gebelik yalnız rahim için değil, kadının bütün vücut yapısında, organların çalışmasında ve ruhsal yaşamında da değişikliklere neden olan biyolojik bir olaydır.

Bu dönemde vücutta fiziksel ve biyokimyasal değişiklikler olur. Bunlar arasında “postürde” yani duruş şeklindeki değişiklikler önem kazanmaktadır. Bu duruma özellikle göğüslerde ve karın bölgesindeki kilo artışları ve hormonal değişikliklere bağlı gelişen eklem bağları ve bağ dokusundaki gevşekliklerin yol açmaktadır. Postüral değişiklikler patolojik değildir, ancak takip edilmezlerse ani veya uzun süreli bel ağrılarına sebep olabilir.

Gebelerde bel ağrısı görülme sıklığı yüzde 47-56 arasındadır. Bel ağrıları gebelerin üçte birinde yürümeyi engelleyecek kadar şiddetli olmaktadır. Gebelerin çoğunda bel ağrısı şikayetleri 5. ve 7. aylar arasında başlar, çok az bir kısmında şikayetler daha erken dönemde başlayabilmektedir.

Gebelikte bel ağrısının sebebi tam olarak belli değildir. Bazı faktörler suçlanmıştır. Bunlar; artmış bel çukurluğu, gebelik hormonları ile oluşan eklem bağlarındaki gevşeklik, uterusun ağırlığı ve bel fıtığına bağlı sinir basılarıdır. Gebelikte hızlı gelişen bel çukurluğu gövde kaslarına aşırı bir yüklenme yapar. Yine kısa bir süredeki kilo artışına bağlı gelişen postür bozuklukları da bel ağrısının gelişmesine neden olur. En çok gebeliğin ilk üç ayında salgılanan relaksin hormonu eklemleri bir arada tutan bağlarda esneklik ve gevşeme yaparak bel ağrısına sebep olur. Bu hormonun etkisiyle bağ dokusunda gevşeme , sakroiliak eklem ve simfizis pubistede esneme ortaya çıkar tüm bunlar anne adayında bel ağrısı şikayetinin sık yaşanmasına neden olur.

Gebelikte bel fıtığı gelişme riski artıyor

Gebelikte bel fıtığı gelişme riski de artmaktadır. Bel ve bacakta ağrı yaratmayacak kadar ufak fıtıklar gebelikten dolayı bel ağrısına sebep olabilirler. Bacak ağrısı ise sinir köklerine doğrudan baskıya ve yansıyan ağrılara bağlı olarak gelişir. Gebeliğin son 3 ayında ise ağırlaşmış uterusun atar ve toplardamarlara baskısı sonucu bacak ağrısı ortaya çıkar.

Gebelikte bel ağrısı sorunu yaşamamak için bunları dikkate alın

1- Ayakta dururken, karnınızı içeri çekerek karın kaslarını çalıştırmakla bel üzerindeki yükü azaltabilirsiniz. Ayrıca, yüksek topuklu ayakkabı giymekten kaçının.

2- Otururken sandalye yüksekliğinin, dizlerinizi ve kalçalarınızı aynı seviyede tutacak düzeyde olmasına dikkat edin.

3- Eşya kaldırırken, dizlerinizi kırarak çömelin ve uyluklarınızla iterek kaldırmaya yardımcı olun.

4- Yan yatarak, dizlerinizi ve kalçalarınızı bükerek, ve dizleriniz arasına ve karnınızın altına birer yastık koyarak uyumaya çalışın.

5- Bazı hamileler, leğen kemiklerini saran özel bir korseden (sakroiliak korse) yarar görmektedir.

Gebelik sırasında bel Ağrısına karşı egzersizler

1- Düz bacak kaldırma: Sırt üstü yatarken, bir bacağınızı düz bir biçimde 45 derece yukarı kaldırın ve yavaşça aşağı indirin. Her bacak için 10 kez tekrarlayın.

2 - Dört ayak pozisyonunda kalça çalıştırma: Emekleme pozisyonunda iken bir bacağınızı, tekme atar gibi geriye doğru uzatın ve yavaşça geri getirin. Her bacak için 10 kez tekrarlayın.

3- Aktif gövde egzersizi: Sırt üstü yattıktan sonra dizlerinizi kırın. Bu pozisyonu koruyup kollarınızı karnınızda kavuşturun, başınız ile omuzlarınızı hafifçe yukarı kaldırın ve yavaşça aşağı indirin. Bu hareketi, on kez tekrarlayın.

4- Kalça çalıştırma: Sırt üstü yattıktan sonra dizlerinizi kırın. Bu pozisyonu koruyup ellerinizi ensenizde birleştirin. Daha sonra belinizi ve kalçalarınızı kasarak, belinizi yukarı doğru kaldırıp çukur yapmaya çalışın. Çalışmayı, on kez tekrarlayın.

5- Bel ve kalça güçlendirme: Emekleme pozisyonunda iken belinizi çukur ve ardından kambur yapın. Hareketi kontrollü yapmaya ve 10 kez tekrarlamaya çalışın.

HANGİ BALIK HANGİ MEVSİMDE YENİR?

Balık Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Taze balığın gözleri parlak ve dışa bombeli olur. Balık tazeliğini yitirmeye başlayınca gözleri buğulanmaya başlar ve daha sonra içeri çöker.

Taze balığın derisi gergin ve parlak olur. Taze balığa parmakla dokununca meydana gelen çukurluk anında düzelir. Halbuki bayatlamış balıklarda bu iz kalır. Balığın parlaklığıyla yetinmemek gerekir. Çünkü tezgahtaki balıklara devamlı Su serpildiği için parlak görünebilirler.

Taze balığın solungaçları Canlı kırmızı olur. Balık bayatladıkça bu renk değişir. Ancak bazı balıkçıların solungaçları kırmızı Mürekkep ile boyadklarını belirtmek lazım. Solungaçlardan aşağı doğru akan kırmızı sıvıyı çok kişi kan zannederse de aslında bu mürekkeptir. Böyle bir aldatmacaya başvuran tezgahtan kesinlikle balık alınmamalıdır.

Taze balık hemen hemen kokusuzdur. Bayatlamaya başlayınca Asit kokusu yaymaya başlarlar. Pullu balıkların pulları tazeyken vücuda sıkıca yapışıktır. Elimizi kafadan kuyruğa doğru sürtünce pulların gelmemesi gerekir.

HANGİ BALIK HANGİ MEVSİMDE YENİR

Her balığı her mevsim bulamadığınız gibi, hepsinin tutulma mevsimi ve lezzetli oldukları zamanlar farklıdır. İşte aylara göre balığı ne zaman bulabileceğinizin kısa bir listesi.

Ocak
Uskumru, lüfer, palamut, istavrit lezzetini korur. Kefal ve hamsi tam yağlı durumdadır. Çinekop, kofana ve mezgit ise pazarlarda kolayca bulunur. Tekir ve kırlangıç; bolca avlanır. Barbunya, kılıç ve mercan az tutulur.

Şubat
Şubatta başlayan kalkan mevsimi, mayıs ayı sonuna kadar devam eder. Tekir bolca çıkar. Uskumru, lüfer, palamut ise yağını kaybetmeye başlar. Gürnüşbalığı ve kefal lezzetle yenir.

Mart
Kefal, levrek ve kalkanın en lezzetli zamanıdır. Uskumru çiroz olmaya yüz tutmuştur; tavası ve pilakisi yapılabilir. Gürnüşbalığı fazlaca çıkmaya başlar. Lüfer ve palamut yağını kaybettiğinden, sadece tava ve pilaki yapılmaya elverişlidir. Kofananın ise ızgarası olur. Tekir lezzetlidir.

Nisan
Kalkanın en bol zamanıdır. Mercan, levrek, kılıç ve kırlangıç bolca çıkmaya baslar. Bu nedenle diğer aylara göre daha ucuzdurlar. Ancak kılıç çok lezzetli değildir. Gürnüşbalığı, kefal, mezgit, tekir ve barbunya çok tutulur. Eşkina bu ayda görülür.

Mayıs
Levrek, barbunya, dil balığı, tekir, kılıç ve iskorpit zevkle yenir. Fazlaca çıktığından her Gün pazarlarda bulmak mümkündür. Uskumru, torik, palamut, hamsi ve istavrit yağlarını kaybetmişlerdir. Kefal ise lezzetlidir.

Haziran
Haziranda balık az tutulur. Dip balıkları, yumurtalarını dökmüş olduklarından dağınık gezerler. Bu nedenle balıkçılık açısından verimsiz bir aydır. Tekir, barbunya, mercan, levrek ve eşkina bulunur; ama pahalıdırlar.

Temmuz
Mevsimi başlayan sardalya, ekim ortasına kadar lezzetini sürdürür, istavrit ile uskumru kızartmaya ve haşlamaya elverişlidir. Tekir ve barbunya lezzetli, kefal ise lezzetsizdir.

Ağustos
Çingene palamutu mevsimi açılır. Boyu uskumru kadar ya da biraz daha iridir. Sardalyanın en lezzetli zamanıdır. Ağustos ayında kılıcın tadına doyum olmaz, izmarit lezzetini bulmuştur. Kefal tavsiye edilmez.

Eylül
Sardalya ve kılıç lezzetlidir. Palamut irileşir, her türlü pişirmeye elverişlidir. Lüfer bu dönem pahalıdır, istavrit ve kırlangıç bolca çıkar.

Ekim
Geçici balıkların, yazın Karadeniz'de beslenip, Marmara'ya göçe başladıkları dönemdir. Bu nedenle bol miktarda balık çıkar. Uskumru turfanda olarak kendini gösterir. Lüfer tam lezzetini kazanmıştır, istavrit yağlanmıştır. Palamut bolca çıkar. Tekir, barbunya, kılıç, levrek, mercan, sardunya, eşkina, torik, izmarit gibi balıkları ucuz almak mümkündür.

Kasım
Uskumrunun en iyi zamanıdır. Torik akışı başlamıştır. Pisinin en lezzetli olduğu aydır. Ekim ayında bol bulunan ve'lezzetii olan balıklar kasım ayında da vardır.

Aralık
Uskumru, lüfer, palamut ve torik yağlı olduklarından her türlü pişirilebilirler. Hamsi lezzetlidir. Tekir bol bulunur.

FOLİK ASİT VE FAYDALARI

Mümkünse Hamile Kalmadan Önce Almaya Başlayın!

Hamilelik döneminde vücudun gereksinim duyduğu besin değerlerine ihtiyaç artar. Bu büyüyüp gelişen bebeğin ve hamileliğin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Folik asit, anne adaylarının hamile kalmadan önce başlaması gereken vitamin grubundadır ve bebeğin hücre ve sinir sistemi gelişimi için oldukça önemlidir.

Folik asit, bebek gelişimi için çok önemli olup, vücutta protein sentezi, hücre çoğalması ve kemik iliğinin görevini eksiksiz yerine getirmesi gibi işlevlerde bulunur.

Folik asit vücutta depolanmaz. Bu yüzden her gün alınması gerekir.

Folik asit nedir?

Folik Asit, B grubundan suda çözünen bir vitamindir. Doğal besin maddelerinde bulunan şekline folat, ilaçlarda ve işlenmiş besinlerde bulunan formuna ise folik asit denilmektedir.

Folik asitin içinde ne var?

Folik asit, hücre yapı taşlarının, kan hücrelerinin ve özellikle de sinir sistemi dokularının oluşum ve gelişimde önemli bir role sahip olan B vitamini türevidir.  Özellikle genetik şifremizin yapı taşları olan DNA yapımında görev alır.

Folik asitin bebeğe faydaları nelerdir?

Folik asit, bebek gelişimi için çok önemli olup, vücutta protein sentezi, hücre çoğalması ve kemik iliğinin görevini eksiksiz yerine getirmesi gibi işlevlerde bulunur.

Fetal büyüme ve gelişme, hızlı hücre bölünmesi ile karakterize bir dönemdir. DNA ve RNA üretimindeki kritik rolü nedeniyle, bu dönemde yeterli folik asit alımı son derece önemlidir.

Yapılan araştırmalar, hamilelikte yeterli miktarda folik asit alımının bebekte merkezi sinir sistemi anomalilerinin (sakatlıklar) görülme olasılığını anlamlı ölçüde azalttığını göstermektedir. Nöral tüp defekti adı verilen bu merkezi sinir sistemi anomalileri, değişik şekillerde ve derecelerde görülebilir. En basit formu olan spinabifida da omurgada küçük bir açıklık varken, en ileri form olan anensefalide bebeğin kafatası ve beyni gelişmez.

Hamilelik öncesi folik asit kullanılması ne gibi faydalar sağlar?

Gebelik öncesi pek çok kadında hafif de olsa çeşitli nedenlerle folik asit eksikliği vardır. Gebelikle beraber ihtiyaç artar ve hızla  folik asit yetmezliği gelişebilir. Araştırmalar, gebelik öncesi besin takviyesi ve ilave folik asit ilaçlarıyla  folik asit eksikliğinden doğan sorunların aşılabileceğini göstermektedir.

Folik asit alımına ne zaman başlamalı?

Folik asit, bebeğin beyin ve sinir sistemi gelişimi için kilit öneme sahip olduğundan hamile kalmadan önce alınmaya başlanması gerekir.  Yapılan araştırmalar sonucunda, gebelik planlanmaya başlandığı zaman, diğer bir deyişle en az gebelikten 3 ay öncesinden başlayarak, gebeliğin 3. ayının sonuna kadar günlük 400 mikrogram folik asit kullanılması önerilmektedir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta da; folik asitin vücutta depolanmadığıdır. O yüzden her gün alınması gereklidir.

Folik asit eksikliği bebekte ne gibi sorunlara neden olabilir?

Merkezi sinir sistemi anomalileri arasında en sık karşımıza çıkan sorun olan nöral tüp defektleri, döllenme sonrası 21 ve 27. günler arasında ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde kadınların önemli bir kısmı hamile olduklarını fark etmeyebilirler. Folik asit desteği alınmadığında nöral tüp defekti görülme olasılığı 2000 doğumda 1 civarındadır. Folik asit desteği ile bu oran yüzde 50-75 oranında azaltılabilir. Bu etkinin ortaya çıkması için hamile kalmadan 1-3 ay önce folik asit kullanmaya başlanması gereklidir. Ayrıca yarık damak ve bazı kalp bozuklukları gibi anomalilerin de folik asit alımındaki azlığa bağlı olduğu ileri sürülmektedir.

Folik asit eksikliği nasıl belirti verir?
Hafif derecede folik asit eksikliği toplumda oldukça yaygındır. Daha ağır eksiklik durumlarına ise anemiyee (kansızlık) rastlanır. Folik asit ya da B12 vitamini eksikliği olanlar sonunda anemik hale gelirler.

Anemi belirtileri uyuşukluk, yorgunluk, çaba harcandığında nefes darlığı, deride ve mukozada solgunluktur. Ağız kenarlarındaki çatlakların folik asit yetersizliğinden ileri geldiği bilinirse de bu, demir, B2 ya da B6 yetersizliğinden de olabilir. Folik asit eksikliğinde dil ağrılı ve kırmızıdır. Pürtükleri kaybolmuşçasına düzgündür. B12 ve demir yetersizliğinde de benzeri belirtiler görülebilir. Folik asit eksikliği çoğu kez dış belirtiler sonucunda değil, kan testleri sonunda, kişide anemi olduğu anlaşılınca ortaya çıkar. Hafif eksikliklerde kişide depresyon görülebilir. Daha ağır eksikliklerde ise sinirler hasara uğrar, periferiknöropati oluşabilir.

Folik asitten zengin gıdalar nelerdir?
Folik asit en fazla yapraklı yeşil sebzeler, bira mayası, karaciğer, böbrek, yumurta, zarı alınmamış tahıllar, ceviz, badem, fındık, fıstık, mercimek, ıspanak, yonca, mavi-yeşil yosun, maydanoz, nane, kurufasulye (baklagiller) ve tohumlu gıdalarda bulunur.

Folik asit açısından zengin olduğu halde hamile kadınlara, tavuk, kuzu ve dana karaciğeri tüketimi, içeriğindeki aşırı miktarda A vitamini nedeniyle çok önerilmemektedir. Aşırı A vitamini alımı özellikle hamile kadınlar için tehlikeli olabilir; fetus zarar görebilir.

Folik asit kullanımı ne zaman bırakılmalı?
Merkezi sinir sistemindeki sakatlıkları önlemeye yardımcı olmak için, döllenmeden 8 hafta sonrasına kadar ilaç takviyesi olarak folik asit kullanmak faydalı olur. Bu  28 günlük siklusta sizin son adetinizin ilk gününden sonraki 10 haftalık süredir. Bu tarihten sonra sinir sistemi anomalileri üzerine belirgin bir yararı olmaz.

Her hamile kalan kadın folik asit kullanmalı mı?

Hamilelikte  folik asitin günlük alınması gereken miktarı artar. Bu nedenle gebelik öncesinden başlayarak tüm gebeleri kapsayacak bir şekilde folik asit alımı önerilmektedir.

SİGARAYI DAHA KOLAY BIRAKMANIN YOLLARI

Sigarayı bırakmaya çalıştığınızda eğer sürekli abur-cubur veya dört başı mamur yemek yiyorsanız kilonuz süratle artacaktır. Eğer sizin de durumunuz buysa yazının devamı tam size göre :)

Rutininizi değiştirin.

Bazı şeyler gün boyunca sizde sigara içme isteği yaratabilir ve kadınlar bu konuda erkeklerden daha hassas olabilirler. En sık görülen işaretler, sigara dumanının kokusu ve kahve içmektir. Ancak, telefonda konuşmak, bir bardak şarap koymak veya işten sonra gevşemek gibi aklınıza gelmeyecek daha pek çok durum vardır. Çözümü, kışkırtılmayı engellemek için rutininizi değiştirmektir. Kahve yerine çay için, sizin için uygunsa işe arabayla gitmek yerine toplu taşıma araçlarını kullanın ve telefonda konuşmak yerine sigara içmeyen bir arkadaşınızı ziyarete gidin, içinizde sigara içme isteğinin geldiğini hissettiğiniz zaman yürüyüşe çıkın ve elinizin altında şerbetli tatlılar ve lolipop bulundurun. Mümkünse, sigarayı bıraktığınız hafta işten izin alarak tatil yapabilirsiniz.

Barlardan ve alkolden uzak durun.

İştah kabartan görüntü ve kokularla, sigaraya kolay erişebilirlikle baş etmeyi öğrenene kadar, gece kulüplerinden, barlardan ve alkolden uzak durun. Mümkün olduğunca sigara içen kişilerden de uzak durun.

Derin nefes alin.

Sigara içmek istediğinizde derin derin nefes alın. Bu, sizi rahatlatacak ve sigara içme isteğinizle başa çıkmanıza yardımcı olacaktır.

Kendinize 2 dakikalık bir masaj uygulayın

Miami Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, iki dakikalık el ve kulak masajının şiddetli sigara içme isteğini kestiğini, anksiyeteyi azalttığını ve ruh halini düzelttiğini göstermiştir. Şunları yapmayı deneyin:

■ Kulağınızı üst kısmından kulak memesine doğru hafif hafif çimdikleyin

■ Kulak memenizi hafifçe çekin

■ Avuç içinize dairesel hareketlerle masaj yapmak için baş parmağınızı kullanın

■ Her parmağınıza dipten parmak ucuna doğru masaj yapmak için baş ve işaret parmağınızı kullanın.

YEŞİL KOKTEYL İLE DETOKS

Detoks, vücudumuza çeşitli yollarla giren ve atık madde olarak dışarı atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden kurtulmaktır. Vücudumuzun arasıra detoksa ihtiyacı vardır.

Malzemeler

• 2 adet elma
• 1 adet küçük boy salatalık
• Yarım demet semizotu
• 1-2 tutam tere, maydanoz vb.

Hazırlanışı:

Salatalık, Elma, ve semizotunun katı meyve sıkacağı ile suyunu çıkardıktan sonra elde etiğiniz suya enerji içeren tere, maydanoz vb. gibi yeşillikleri ilave edin ve blender ile karıştırın.

Bu basit ve sağlıklı tarifle vücudumuz detoksa hazır hale gelir...

NANENİN 5 ÖNEMLİ FAYDASI

Bilindiği gibi nane yemeklerimize tat katar, ilaç yapımında kullanılır, birçok hastalığın tedavisinde kullanılır. Ancak nanenin faydaları bunlarla sınırlı değildir.

Tarih boyunca sayısız hastalığın tedavisinde kullanılan “nane“, her dönemde şifa olmaya devam ediyor. Uzmanlar, naneyi birçok hastalığın tedavisinde kullanıyor. Mideye, bağırsağa, kalbe ve birçok hastalığa iyi gelmektedir.

Nanenin en önemli 5 faydası:

1- Mide ağrılarını keser. Hazmı kolaylaştırır.

2- Bağırsak spazmını giderir. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur. İdrar söktürür.

3- Nefes almayı kolaylaştırır. Astım, grip, bronşit ve öksürükte faydalıdır.

4- Kalbi kuvvetlendirir. Sinirsel kalp çarpıntılarını keser. Heyecanı ve korkuyu yatıştırır, sükunet verir.

5- Migren, uykusuzluk problemi ve baş dönmesi gibi rahatsızlıklara iyi gelir.

Not: Midesinde ülser ve gastriti olan kişiler doktora danışmadan kullanmamalıdır.

DÜNYANIN EN İLGİNÇ ALERJİLERİ

Çevremizde birçok kişinin alerjiden muzdarip olduğunu görüyoruz. Ancak aşağıda sıraladığım alerjileri belki de daha önce hiç duymadınız bile.

İşte En İlginç Alerjiler

Cep telefonları ;

Çene, yanak ve kulak boyunca kaşıntı, kırmızı şişlikler ve ağrılı kabarcıklar cep telefonu alerjisi ile oluşur. Aslında cep telefonun yapıldığı madde olan nikel bu alerjiyi sağlar. Özetle, bu alerjiye nikel alerjisi denilebilir. Cep telefonunun kullanılmasının artması, çok fazla telefon ile konuşmak bu alerjiyi tehlikeli hale getiriyor. Nikel alerjisi kadınlarda %17 ve erkeklerde ise %5 oranında görülüyor. Ayrıca bazı metal paralarda, kemer tokalarında ve kot pantolonların düğmelerinde nikel kullanılabiliyor.

Öpüşmek ;

Yakın fiziksel temas ile tükürük paylaşımı oluşur. Öpüştüğünüz kişi daha önce fıstık ezmesi veya alerjiniz olan bir gıda yemiş olabilir. Vücut hemen anafilaktik şoka girebilir. Dünyada çok fazla insan gıda alerjisi yaşamaktadır. Uzmanlar, öpüşme ile gıda alerjisinin tetiklenebileceğini söylüyor. Bu nedenle dişler fırçalanmalı ve sakız çiğnenmelidir.

Su ;

Dünyamızda bugüne kadar yaklaşık 40 kişiye su alerjisi teşhisi koyulmuştur. İnsan vücudunun %60’ı sudur. Fakat, su alerjisinde su ile temas edildiğinde ciltte kızarıklıklar ve ağrılar oluşur. Hatta boğaz şişerek solunum durabilir. Bu alerjinin ne yazık ki bir çaresi ve tedavisi yoktur. Su ihtiyacını karşılamak için bol su harici sıvı alınır.

Soğuk ;

Soğuk hava, soğuk su ile maruz kalındığında ciltte kırmızılık, şişlik ve kaşıntı oluşur. Dondurma bile alerjiyi tetikleyerek boğazda şişme yaratır. Bayılma, şok hatta ölüme bile neden olabilir. Soğuğa karşı olan alerjinin nedeni bilinmemektedir.

Isı ;

Soğuk alerjiyle paralel olarak yüksek sıcaklıklarda kaşıntı, kırmızı şişlikler oluşur. Bu reaksiyonlar, fazla egzersiz ile cildin ısınması, sıcak duşlar, saunalar ve baharatlı gıdalar yenildiğinde tetiklenir. Bu alerjinin neden olduğu konusu halen çözümlenememiştir.

Egzersiz ;

Dünyada 1000 kişi bu alerjiden müzdariptir. Egzersiz öncesi belirli yiyeceklerin yenmesi ve fiziksel zorlanma ile oluşur. Yorgunluk, kaşıntılı cilt, ürtiker ve boyun, gövde kısımlarında şişmeler egzersiz sonrası görülür. Boğulma, kusma ve kan basıncı artışı ve ölüme neden olabilir.

Dokunma ;

Dokunmaya duyarlı bir cilt üzerine elinizle bile yazı yazabilirsiniz. Sık görülen bir alerji türü değildir. Hafif bir dokunma ile birden kabarıklık, şişlik ve kaşıntı oluşur. Bu alerjinin nedeni bilim adamları tarafından halen incelenmektedir.

Modern yaşam ;

21. yüzyılla birlikte mikrodalga fırınlar, temizlik malzemeleri, yerden ısıtma, araba, bilgisayarlar sıklıkla kullanılmaya başlandı. Bazı insanlarda modern hayatın getirdiği kolaylıklar alerjilere neden olmaktadır. Belki çok tuhaf ama, fırınlara, arabalara ve otomobiller alerjisi olan pek çok insan vardır.  Ağrılı deride döküntüler, şişmiş bölgeler, göz kapağı şişmesi sıklıkla yaşanabilen bir durumdur.

TAZE FASULYENİN FAYDALARI

Türk mutfağının vazgeçilmez birkaç sebzesini saysak; kuşkusuz, fasulye bu sebzelerin içerisinde en üst sıralarda yer alır. Hem yazın taze şekilde hem kışın kurutulmuş şekilde bolca tükettiğimiz fasulyenin sağlığımız için birçok faydası vardır.

* Kilo korkusu olan kadınlar için şunu söylemeliyiz: taze fasulye, kalorisi oldukça düşük bir sebzedir. Bu sebeple, bolca tüketiminde kesinlikle kilo alma korkusu yaşamamalısınız.

Taze fasulyenin faydaları içerisinde en önemli özelliği ise sindirim sistemini düzenlemesidir. Bunun yanında kabızlık sorunu çekenler, taze fasulye tüketerek bu sorunlarından rahatça kurtulabilirler. Bu özelliklerinin yanı sıra taze fasulye, bağırsak kanserine karşı en önemli savunuculardan bir tanesidir.

Taze fasulyenin faydalarında bir diğeri ise, göz sağlığını korumasıdır. Özellikle, yaşlanmayla birlikte gözlerimizde oluşan sağlık sorunlarını engellemede çok önemli bir yere sahiptir.

Taze fasulye, vücut direncini arttırıcı bir etkiye sahiptir. Özellikle, ağır çalışma koşulları altında çalışanlar, taze fasulye tüketerek yorgunluklarını azaltabilirler. Taze fasulye, sadece fiziki yorgunluğu değil; bunun yanında zihinsel yorgunluğu da giderir.

Özellikle, zehirlenme vakalarında taze fasulye tüketilmelidir. Çünkü; taze fasulye, zehirlenmeleri çabuk iyileştirici özelliğe sahiptir.

Taze fasulyenin faydalarından en önemlilerinden biri de kalp ve böbreği güçlendirmesidir. Kalp rahatsızlıklarını önlemek için ve böbrekteki kum ve taşların dökülmesini sağlamak için taze fasulye tüketilmelidir.

Şeker hastalarını ilgilendiren taze fasulyenin faydası ise; taze fasulye, kandaki şeker miktarını düşürür ve şeker hastalıklarının önlenmesine yardımcı olduğu gibi stres ve sinirlere de iyi gelmektedir.

RENKLERİNE GÖRE MEYVELERİN FAYDALARI

Yeşil meyve ve sebzeler görme kaybına karşı, beyaz renkli olanlar kolesterole ve bağışıklık sistemine, koyu renkliler de yaşlanmaya karşı koruyucu özelliklere sahipler. Sağlığımız açısından çok önemli yere sahip meyve ve sebzelerin renklerine göre faydalarına bakalım.

Kırmızı meyveler: 

Elma, kiraz ve turp gibi meyve sebzeler içeriğindeki antosiyanin sayesinde damar sertleşmelerini önlemektedir. Çilek, nar ve böğürtlen gibi meyveler de içeriğindeki ellagic asit sayesinde işlenmiş gıdalardaki kanserojen maddeleri etkisizleştirmektedir.

Sarı ve turuncu meyveler: 

Portakal gibi bazı turuncu meyveler gözlerin güçlenmesine yaramaktadır. limon, portakal, ananas ve greyfurt gibi meyveler de kanseri önleyici özellikleri bakımından oldukça zengindir. Bu türdeki meyveler kolesterolü düşürme konusunda da çok faydalıdır.

Yeşil meyve ve sebzeler:  

Yeşil renkli meyve ve sebzeler, kanser ve kalp krizi riskini azaltmaktadır. İçeriğindeki folik asit sayesinde doğum sırasında oluşabilecek kusurları engellemektedir. Kırmızı kan hücrelerinin, dişlerin ve kemiklerin güçlenmesinde etkilidir. Bununla birlikte bağışıklık sistemini de kuvvetlendirmektedir.

Mor, mavi ve siyah meyveler: 

Koyu renge sahip meyveler kanser riskini azaltmakta, kalp sağlığı ve idrar yollarına da olumlu etki yapmaktadır. Yaşlanmayı geciktirici özelliğine bağlı olarak yaşlanmaya bağlı hafıza sorunlarının da önüne kalkan olmaktadır. yaban mersini, kızılcık gibi meyveler mesane yolları enfeksiyonları, diş eti sorunları ve ülsere karşı koruyucudur. Siyah üzüm ise kabuk ve çekirdeği ile birlikte yendiğinde hücrelerin yenilenmesini sağlıyor.

ALS TEŞHİS VE TEDAVİSİ

Teşhis

ALS hastalığının kesin teşhisinin konulması için bir test bulunmasa da, üst ve alt motor nöronlarından tek bir kol veya bacak kasına gelen sinyaller hastalığın tanısında çok belirleyici olmaktadır. ALS'nin ana belirtileri kaslara gelen sinyaller olsa bile doktorlar yine de birçok test yaparlar. Bu testler sonunda, doktor hastaya ait bütün medikal bilgileri elde eder. Bu bilgiler başka hastalıklar için kulLanılabilir.

Hastanın medikal geçmişinin öğrenilmesinden sonra doktor bu hastalık nedeniyle, hastada oluşan değişiklikleri, örneğin kaslardaki zayıflamaları, reflekslerdeki değişiklikleri öğrenip hastalığın düzeyini ve durumun ne kadar kötü olduğunu anlayabilir.ALS'nin belirtileri tedavi olasılığı daha yüksek olan birçok başka hastalıkla benzer olabilir. Birçok uygun test yapılarak hastalığın niteliği anlaşılabilmektedir.Bu testlerden biri de elektromiyografi (EMG)'dir. Bu yöntem kasların elektriksel aktivitesini kaydeden özel bir tekniktir. EMG'nin kesin sonuçları hastaya tam olarak ALS tanısının konmasında etkili olmaktadır. Bir başka test yöntemi de sinir iletim hızının (NCV) ölçülmesidir. Bu testin sonuçlarındaki anormallikler, ALS olduğu şüphelenilen hastanın, örneğin peripheral neuropathy olduğunu (çevresel sinir sisteminin hasar görmesi durumu) veya miyopati (kas hastalığı) olduğunu ifade edebilir. vezirhaber.com Doktor manyetik resonans görüntülenmesi yöntemi testini de isteyebilir. Testin amacı, manyetik alanda radyo dalgalarını hastanın beynine ve omuriliğine göndererek bu bölgeler hakkında ayrıntılı görüntüler almaktır.

ALS hastalığının tanısını konmasında sıkça rastlanan bu yöntemle, ayrıca hastalığının belirtilerini sağlayan başka sağlık sorunları da aydınlatılabilir. Omurilik tümörü (Multipl skleroz), syringomyelia ve cervical spondylosis bunlara örnek olarak verilebilir. Hastadaki belirtilere ve bahsedilen testlerdeki bulgulara göre, ilgili doktor diğer hastalıklardan kaynaklanmadığından emin olmak için hastadan bazı üre ve kan analizi gibi rutin laboratuvar testleri de isteyebilir. Bazı durumlarda eğer doktor belirtilerin nedenini ALS değil de, miyopati olduğuna karar kılarsa kas biyopsisi yapılabilir.HIV virüsü, T-hücresi lösemi virüsü gibi virüslerin ve sifiliz, Lime hastalığı, tick-borne encphalitis gibi hastalıklar da bazı şartlarda ALS'nin belirtileri gibi belirtiler de gösterebilirler. Multiple Skleroz, post-polio sendromu, multifokal motor nöropatisi ve spinal müsküler atrofisi gibi sinirlerle ilgili problemler de belirtilerinden dolayı doktorların teşhis yapmasına neden olabilirler. ALS hastalığını benzeri belirtileri taşıyan bazı hastaların antibiyotiğe yanıt verdiği durumlar da görülmüştür.ALS'ye benzeyen belirtilere sahip çok çeşitli hastalıkların bulunması ve bu belirtiler sonucu hastaya tahminler sonucu ALS tanısının koyulması nedeniyle, hastalık eğer ilk evrelerinde ise hasta, ikinci kez bir nörolojik tanı isteyebilir.Mount Sinai School of Medicine adlı tıp okulunda yapılan bir çalışma ile, ALS hastalarında sağlıklı insanlara göre serebral omurilik sıvısında bulunan üç karakteristik proteinin miktarının kayda değer derecede daha düşük olduğu saptanmıştır. Bu çalışma, 2006 yılının Şubat ayında Nöroloji adlı dergide yayınlanmıştır. Bu proteinlerin seviyeleri değerlendirildiğinde, bu değerlerin ALS tanısında %95 oranında kesin sonuç verdiği kanıtlanmıştır. (Bu üç protein: TTR, kristatin C, ve nöroendokrin protein 7B2'nin karboksil terminal parçalarıdır.) Bu proteinler, ALS'nin tanısının doğrulanmasında kullanılan ilk biyolojik yapılardır. Normal metodlarla hastalığın kesin tanısının konması ilk belirtilerin çıkmasından itibaren ortalama olarak 12 ay civarındadır. Bu biomateryallerin keşfedilmesi ile erken teşhis olanağı oluşmakta ve hastalık ilerlemeden hastalara tedavi fırsatı sunmaktadır.

Tedavisi

ALS için henüz bir tedavi bulunamamıştır. Fakat Amerika Gıda ve İlaç Yönetim kuruluşu (FDA) hastalık için geliştirilen ilk ilaç olan Riluzole’ü (Rilutek) onaylamıştır. Riluzole’ün glutamat seviyesini azaltarak motor nöronlarının gördüğü hasarı azalttığına inanılmaktadır. Bu ilacı ALS hastalarının ömrünü birkaç ay kadar uzattığı görülmüştür. Hatta bazı durumlarda daha uzun süreli faydaları da olmuştur. İlacın ayrıca hastaların solunum sistemi için gerekli olan desteği alma süresini geciktirdiğine de rastlanmıştır.

Riluzole, motor nöronlarının aldığı hasarı geri döndürmez. Aynı zamanda yan etki olarak ilacı karaciğerde hasar ve bazı değişik etkiler gözlenmiştir. Fakat yine de, yeni bulunan ilaçların bir gün ALS’nin gelişimini çok daha yavaşlatacağı öngörülmektedir.ALS için geliştirilen diğer tedavi yöntemleri de, hastaların daha iyi bir hayat sürmesini ve hastalığın semptomlarını hafifletmeyi amaç edinmiştir. Destekleyici olan diğer yöntemlerden en etkilisi, doktorun, eczacının, fizyoterapistin, beslenme uzmanının ve hemşirelerin hasta için beraber çalıştığı yöntemdir. Hasta bakıcı ve hastanın birlikte çalışarak bir takım oluşturması sonucu bu takım hastanın daha rahat bir hayat sürdürebilmesi için bazı bireysel planlar tasarlayabilir, oluşturulan bu medikal ve fiziksel tedavi yöntemleri bazı özel aygıtlar ile uygulanabilir. Örneğin,hasta özel bir alet yardımı ile hareketli duruma getirilir ve olabildiğince hastanın rahat olması sağlanır.Doktorlar hastalara, kondisyon artırma, kas kramplarını azaltma, fazla tükürük salgılanmasını azaltma, spastikliği kontrol alma amacı ile bazı tedaviler uygulayabilir. Ayrıca hastaların depresyonu, ağrısı, uyku bozukluğu, kabızlığı gibi sorunları için de ilaçlar bulunmaktadır.

Eczacılar, düzenli kullanım için bazı ilaçlar önerebilir ve böylece kullanılan ilaçlardan dolayı oluşabilecek ilaç etkileşimlerini engelleyebilir.Fizyoterapinin uygulanması ve tedaviyi destekleyici teknolojinin yardımı ile hastanın özgürlüğü artırılabilir ve ayrıca hastalığın seyri sırasında hastanın güvenliği sağlanabilinmektedir. Yürüme, yüzme, antrenman bisikleti gibi hafif aerobik egzersizleri ile hastalıktan etkilenmemiş olan kaslar ve hastanın kalp sağlığı güçlendirilebilir, aynı zamanda hastanın yorgunluk ve depresyonla olan mücadelesi desteklenebilir. Esneme ve hareket alıştırmaları ile de hastanın kaslarının sönmesinin önüne geçilebilir ve spastisitenin verdiği acı azaltılabilir. Fizyoterapistler bu nitelikte hastaları zorlamayan egzersizlerin faydalı olduğunu belirtmekte ve önermektedir. Bazı terapistler de, destek ayakları, yürütücü, tekerlekli sandalye gibi aletler önermiştir. Bunun nedeni de hastaların hareketli kalmalarını sağlamaktır.

Konuşmada zorluk çeken ALS hastaları da konuşma üzerine uzman olan bazı uzmanlardan yardım alabilir. Hastalar bu profesyonel kişiler yardımı ile daha yüksek sesli ve net konuşma tekniklerini öğrenebilirler. Uzmanlar bazı durumlarda konuşma kolaylığı açısından teknolojik aygıtlar da önerebilirler. Örneğin; ses artırıcı, harf tahtaları, evet - hayır aygıtları bunlara örnek olarak verilebilir. Bu tür cihazlar hastalar uzun süreli konuşamadıklarında, bazı sesleri çıkaramadıklarında yardımcı olmaktadır. Bu cihazların kontrolü, parmak, kafa, göz oynatma gibi küçük fiziksel hareketler ile sağlanmaktadır.Hastalar, konuşma ve beslenme uzmanlarından yemek öğünlerini planlamaları hakkında bilgiler almaktadır. Örneğin, gün içinde yenilen yiyecekler ve kalorileri, yiyeceklerin çiğnenmesi, sıvı gıda alımı konuları hastalar için oldukça önemlidir. Hastalar boğulmayı engelle adına, fazla tükürüğü atma amacı ile bazı emme cihazları kullanmaya başlayabilir. Doktorlar, hasta eğer artık dışarıdan aldığı besinler ile yeteri kadar beslenemiyorsa, direk olarak hastanın midesine bir besleme tüpü sokabilir. Bu beslenme tüpünü kullanılması boğulma ve zatürre riskini artırır. Bu olaylar da akciğerlere sıvı kaçması ile sonuçlanabilir.

Tüp hastada acıya neden olmaz ve hastaların yine de dışarıdan beslenmelerine engel olmaz.Solunuma yardımcı olan kasların zayıflaması görüldüğünde, gece kullanılan solunum desteği aparatı kullanılarak, hastanın uyku sırasında soluk alış - verişine yardımcı olunabilir. Bu tür cihazlar hastanın akciğerlerini yapay olarak dışarıdaki hava ile doldurur. Cihaza hava sağlayan bu dış kaynaklar, hastanın yüzüne ve başına entegre edilir. Hastanın akciğerleri oksijen ve karbondioksit seviyelerini dengeleyemez duruma geldiğinde bu tür cihazlar sürekli kullanılabilir.Hastalar son çare olarak akciğerlerin görevini tam olarak yapan yapay solunum cihazlarını kullanabilir. Bu yöntemin etkili olması için burun veya ağızdan soluk borusuna giden bir tüp kullanılmalıdır. Uzun süreli kullanın için de trakeotomi adında bir operasyon ile plastik solunum tüpü boyundan sokularak hastanın soluk borusuna yerleştirilir. Hasta ve yakınları bu yöntemlerden birini seçmeden önce bazı faktörleri göz önünde bulunarak, iyi düşünüp karar vermelidir. Solunum cihazları birbirinden farklıdır. Bu cihazlar hastanın yaşamının kalitesine etki ettiği gibi fiyatları da buna bağlı olarak değişmektedir. Bir hastanın solunum desteği alması, solunum sorunlarını çözüp, yaşam süresini artırsa bile ALS'nin ilerlemesine bir etkide bulunmaz.

Hastalar, solunum desteği sistemini almadan önce uzun süre hareketsizlikten dolayı hayatlarında olacak değişiklikler konusunda iyi bir şekilde bilgilendirilmelidir. Bazı durumlarda solunum desteği alan hastaların konuşabildiği görülmüştür.Sosyal çalışıcılar ve hemşireler, özellikle hastalık son aşamada iken, hastalara ve ailelerine tıbbi ve manevi olarak yardım etmektedir. Sosyal çalışmacılar özellikle vasiyet hazırlama, finansal yardım bulma, konularında yardımcı olmaktadır. Ev hemşireleri de sadece medikal anlamda yardım etmezler. Aynı zamanda hasta yakınlarına, hastayı beslemeyi, uygun bir şekilde hareket ettirmeyi, hastanın solunum cihazlarını takıp çıkarmayı öğreterek hastaya bakanlara yardım eder. Bu tür hemşireler sık sık hastanın evde tedavisi konusunda hasta ile ilgili uzman doktora danışırlar. Hastanın evdeki tedavisinin uygun olup olmadığından sık sık emin olunur. Ayrıca, evde hastaya yardımcı olan bu grup, hastaya ve yakınlarına hastanın hayatının sonlanması durumu hakkında da bilgi verir.Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, kalori kısıtlanmasının (CR) yapılan ALS tedavisinin yanlış olduğunu gösterebilir. Genleri ile oynannış fareler üzerinde yapılan araştırmalar da CR'nin ALS'de ölümü hızlandırdığını kanıtlamaktadır.[5] Bu çalışmada Hamadeh, et al iki çalışmaya da dikkat çekmiştir.[6][7].Bu çalışmalarda, az enerji üretiminin insanlarda görülen ALS'ye nasıl etki ettiği ve ölüm ile olan ilişkisi anlatılmıştır. Fakat ilk çalışmada, Slowie, Paige ve Antel: "Hastalarda enerji üretiminin düşmesi ölüm ile ilgili değildir; fakat hastalığa büyük bir etkisi vardır." demiş ve sonuç kısmında da "Sonuç olarak ALS hastalarının zamanla enerji üretimi azalmaktadır fakat, hastalığın seyri açısından fazla enerji üretimi tavsiye edilmektedir" demişlerdir.İlk çalışmalarda, Pedersen ve Mattson farelerde uygulanan ALS modelinde, CR'nin klinik süreci hızlandırdığı fakat hiç bir yararı olmadığını keşfetti..

Yüksek kalorili bir diyetin ALS'yi yavaşlatabileceği önerilmiştir.Ayrıca ketojenik diyetin farelerde hastalığın ilerlemesini yavaşlattığı görülmüştür..RNAi'in keşfi ALS tedavisinde bir umut doğurmuştur.Önce yapılan çalışmalarda RNAi,laboratuar farelerinde ALS'ye neden olan bazı genlerin çalışmasını durdurmada kullanılmıştır.Cytrx adlı şirket ,RNAi kullanarak mutant SOD1 geninin çalışmasını kontrol alma konusunda yapılan bilimsel araştırmalara sponsor olarak desteklemiştir.Aileden gelen,genetik veya diğer türlerdeki ALS hastalarının %10'luk bir kısmında hastalığın mutant SOD1 geninden kaynaklandığı düşünülmektedir. Cytrx'in oral olarak kullanılan Arimoclomol adlı ilacı ALS tedavisinde kullanılmaktadır.İnsulin benzeri büyüme faktörü de ALS tedavisi için araştırılmıştır. Cephalon ve Chiron kullanılarak IGF-1 ile ilgili klinik çalışmalar yapıldı. Bir araştırma istenen iyi sonuçları verirken, diğer çalışma net bir sonuç vermedi. Bunun sonucunda da ürün FDA'den (ABD ilaç ve yiyecek yönetim kurumu) onay alamadı. 2007 yılının Ocak ayında İtalya sağlık bakanlığı, INSMED adlı kuruluşun ilacı olan IPLEX'i önerdi.Bu ilaç, IGF-1 ile bağlayıcı protein olan Protein 3 (IGF1BP3) ile olan birleşimiydi ve İtalya'da bulunan ALS hastalarında klinik tedavide kullanılmaktadır.

DİKKAT : Bu sitede yayınlanan her türlü bilgi, sadece bilgilendirmek amacı ile hazırlanmıştır. Bir sağlık profesyonelinin vereceği tavsiyelerin yerine kullanılamaz. Sizin gerçek fiziksel durumunuzu yansıtmıyor olabilir. Doktorunuza danışmadan bu sayfalardan edineceğiniz bilgileri herhangi bir rahatsızlığın teşhis veya tedavisinde kullanmayınız. Soru ve sorunlarınız için doktorunuza danışınız.