Ağrılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

VARİSLERİNİZ İÇİN DOĞAL FORMÜL

Varisleriniz İçin Doğal Formül

Malzemeler

* 1 tatlı kaşığı üzüm çekirdeği yağı

* 1 tatlı kaşığı çörek otu yağı

* 1 tatlı kaşığı ozon yağı

* 1 tatlı kaşığı at kestanesi yağı

Hazırlanışı

1 tatlı kaşığı üzüm çekirdeği yağı, 1 tatlı kaşığı çörek otu yağı, 1 tatlı aşığı ozon yağı, 1 tatlı kaşığı at kestanesi yağını cam kase içinde iyice karıştırınız.

Kullanımı

Hazırlamış olduğunuz yağ karışımını varisli bölgelerinize aşağıdan yukarıya doğru masaj yaparak sürünüz.

DİKKAT!!! 

Belirtilmiş olan bitkisel formüllerde belirtilmiş olan bitkilere yağlara alerjisi olan hastalar bu ilaçları kullanmamalıdır. Lütfen doktorunuza danışınız. Buradaki bitkiler tavsiye niteliğindedir, esas olan doktorunuzun tavsiyesidir. Her hangi bir sorununuzda Doktorunuza danışınız.

GEBELİKTE BEL AĞRISINA DİKKAT!

Gebelik yalnız rahim için değil, kadının bütün vücut yapısında, organların çalışmasında ve ruhsal yaşamında da değişikliklere neden olan biyolojik bir olaydır.

Bu dönemde vücutta fiziksel ve biyokimyasal değişiklikler olur. Bunlar arasında “postürde” yani duruş şeklindeki değişiklikler önem kazanmaktadır. Bu duruma özellikle göğüslerde ve karın bölgesindeki kilo artışları ve hormonal değişikliklere bağlı gelişen eklem bağları ve bağ dokusundaki gevşekliklerin yol açmaktadır. Postüral değişiklikler patolojik değildir, ancak takip edilmezlerse ani veya uzun süreli bel ağrılarına sebep olabilir.

Gebelerde bel ağrısı görülme sıklığı yüzde 47-56 arasındadır. Bel ağrıları gebelerin üçte birinde yürümeyi engelleyecek kadar şiddetli olmaktadır. Gebelerin çoğunda bel ağrısı şikayetleri 5. ve 7. aylar arasında başlar, çok az bir kısmında şikayetler daha erken dönemde başlayabilmektedir.

Gebelikte bel ağrısının sebebi tam olarak belli değildir. Bazı faktörler suçlanmıştır. Bunlar; artmış bel çukurluğu, gebelik hormonları ile oluşan eklem bağlarındaki gevşeklik, uterusun ağırlığı ve bel fıtığına bağlı sinir basılarıdır. Gebelikte hızlı gelişen bel çukurluğu gövde kaslarına aşırı bir yüklenme yapar. Yine kısa bir süredeki kilo artışına bağlı gelişen postür bozuklukları da bel ağrısının gelişmesine neden olur. En çok gebeliğin ilk üç ayında salgılanan relaksin hormonu eklemleri bir arada tutan bağlarda esneklik ve gevşeme yaparak bel ağrısına sebep olur. Bu hormonun etkisiyle bağ dokusunda gevşeme , sakroiliak eklem ve simfizis pubistede esneme ortaya çıkar tüm bunlar anne adayında bel ağrısı şikayetinin sık yaşanmasına neden olur.

Gebelikte bel fıtığı gelişme riski artıyor

Gebelikte bel fıtığı gelişme riski de artmaktadır. Bel ve bacakta ağrı yaratmayacak kadar ufak fıtıklar gebelikten dolayı bel ağrısına sebep olabilirler. Bacak ağrısı ise sinir köklerine doğrudan baskıya ve yansıyan ağrılara bağlı olarak gelişir. Gebeliğin son 3 ayında ise ağırlaşmış uterusun atar ve toplardamarlara baskısı sonucu bacak ağrısı ortaya çıkar.

Gebelikte bel ağrısı sorunu yaşamamak için bunları dikkate alın

1- Ayakta dururken, karnınızı içeri çekerek karın kaslarını çalıştırmakla bel üzerindeki yükü azaltabilirsiniz. Ayrıca, yüksek topuklu ayakkabı giymekten kaçının.

2- Otururken sandalye yüksekliğinin, dizlerinizi ve kalçalarınızı aynı seviyede tutacak düzeyde olmasına dikkat edin.

3- Eşya kaldırırken, dizlerinizi kırarak çömelin ve uyluklarınızla iterek kaldırmaya yardımcı olun.

4- Yan yatarak, dizlerinizi ve kalçalarınızı bükerek, ve dizleriniz arasına ve karnınızın altına birer yastık koyarak uyumaya çalışın.

5- Bazı hamileler, leğen kemiklerini saran özel bir korseden (sakroiliak korse) yarar görmektedir.

Gebelik sırasında bel Ağrısına karşı egzersizler

1- Düz bacak kaldırma: Sırt üstü yatarken, bir bacağınızı düz bir biçimde 45 derece yukarı kaldırın ve yavaşça aşağı indirin. Her bacak için 10 kez tekrarlayın.

2 - Dört ayak pozisyonunda kalça çalıştırma: Emekleme pozisyonunda iken bir bacağınızı, tekme atar gibi geriye doğru uzatın ve yavaşça geri getirin. Her bacak için 10 kez tekrarlayın.

3- Aktif gövde egzersizi: Sırt üstü yattıktan sonra dizlerinizi kırın. Bu pozisyonu koruyup kollarınızı karnınızda kavuşturun, başınız ile omuzlarınızı hafifçe yukarı kaldırın ve yavaşça aşağı indirin. Bu hareketi, on kez tekrarlayın.

4- Kalça çalıştırma: Sırt üstü yattıktan sonra dizlerinizi kırın. Bu pozisyonu koruyup ellerinizi ensenizde birleştirin. Daha sonra belinizi ve kalçalarınızı kasarak, belinizi yukarı doğru kaldırıp çukur yapmaya çalışın. Çalışmayı, on kez tekrarlayın.

5- Bel ve kalça güçlendirme: Emekleme pozisyonunda iken belinizi çukur ve ardından kambur yapın. Hareketi kontrollü yapmaya ve 10 kez tekrarlamaya çalışın.

BALIK TUTMANIN FAYDALARI

Balık tutmak gerçekten de çok eğlenceli bir etkinliktir. Fakat bir o kadar da sabır ister. Balık tutmanın faydalarını ve zararlarını sizler için derledim. Bu yazıyı okuyunca eminim hayatında hiç balık tutmayanlar, birer olta alıp en yakın deniz, göl, dereye gideceklerdir. Hepinize rastgele.

Balık Tutmanın Faydaları

1. Tüm günlük hayat ve iş, okul stresini azaltır.
Balık tutmaya odaklanmış kişi, balık oltaya vurdu mu? acaba kaçtane tutacağım gibi şeyler düşünmesinden dolayı diğer şeyleri unutur.

2. Sağlıklı bir bedene sahip olmanıza neden olur.
Özellikle sabah erken saatlerde balık tutmaya giderseniz farkı anlayacaksınız. Tertemiz hava ve denizden aldığınız iyot.

3. Sizi sakinleştirir.
Balık tutmak kişiler üzerinde pozitif bir etkisi vardır. Düşündüğünüz tek şey balık tutmak olduğu için pek fazla stres yaşamazsınız.

4. Eklemlerinizin sürekli hareket etmesini sağlar.
Boyun, omuz, kol kireçlenmelerini önler. Sürekli olta atıp çekmek durumunda olacağınız için eklemlerinizdeki kireçlenmeleri azaltır. 1 hafta sürekli gittiğinizde hiç bir yerinizde tutukluk olmadığını anlarsınız.

5. Spor yapmanıza neden olur.
Çok doğal spor yapmanıza neden olur. Tüm doktorların söylediği gibi doğal spor herşeyden çok daha iyidir.

6. Keyfiniz kat kat artar.
Özellikle istediğiniz kadar balık tuttuğunuzda keyfnize diyecek yoktur.

7. Çevrenizdeki kişilerin favorisi olursunuz.
Balık tutup eve yada komşulara götürmeyi becerirseniz. ve sizin tuttuğunuz balıklar sofraya gelirse oooo değmesinler keyfine

8. Balık kültürünüz artar
Hangi balık hangi mevsimde taze olur. Nerede hangi balık olur. Hangi balık nasıl kızartılır gibi bir dünya şey öğrenirsiniz.

9. Heyecan vericidir.
Değişik türde balık tutmayı başarırsanız çok heyecan vericidir. İstavrit tutmak için oltanızı atarsınız çinekop gelir. O zaman çok heyecanlanırsınız.

10. Deniz Canlılarının eko sistemde nasıl rol aldığına şahit olursunuz.
Balık türlerinin birbirlerini nasıl etkilediğini. Bir balık türü yok olduğunda ona bağlı yok olma reaksiyonunu vs vs.

Balık Tutmanın Zararları

1. Hırslı biriyseniz balık tutmayı iyice öğrenene kadar size stres yapabilir. (yanınızdaki tutar da siz tutamazsanız)

2. Zaman zaman işinizden yada okulunuzdan kaytarmanıza neden olabilir.

3. Çok kalabalık yerde balık tutuyorsanız, olta dolaşması nedeniyle kavga çıkabilir.

Bu zararları kontrol etmek tamamen sizin elinizde.

FAZLA KIRMIZI ET YEMENİN ZARARLARI

Fazla Tüketilen Kırmızı Et Böbreklere Bile Zararlı

Günlük ihtiyaçtan fazla tüketilen et, bireylerde kilo problemi var ise, harcanamayan enerji oluşacağı için kişi üzerinde kilo artışını tetikleyebilir. Bunun dışında fazla et tüketiminin zararları arasında karaciğer yağlanması büyük ölçüde gözlenmektedir. Etten kaynaklanan fazla alınan kolesterol eğer vücut tarafından kullanılamıyorsa, yüksek kolesterol total kolesterolün yükseltilmesi, kan yağlarının yükseltilmesi etin içerdiği proteinin atık ürünlerinin ortaya çıkaracağı ürik asit değerlerinin yükselmesiyle ortaya çıkabilecek ciddi rahatsızlıklarda artış görülmektedir. Aynı zamanda böbrekler içinde ciddi zararlar doğurmaktadır. Böbreklerin yükünün fazlalaşmasıyla, böbrek fonksiyonlarında bozulma veya karaciğerde birtakım fonksiyon bozuklukları ortaya çıkartabilmektedir.

Etin günlük ihtiyacın üzerinde alınması uzmanlar tarafından doğru bulunmamakta ve önerilmemektedir. Genellikle toplum içerisinde yüksek protein tüketildiğinde kaslarımız çok iyi ve güçlü olur şeklinde bir yaklaşım bulunmaktadır. Et tüketiminin fazlalaşması ciddi zarar ve tahribatlara yol açabileceğinden çok dikkatli tüketilmesi gerekmektedir.

Günlük et tüketimi harcanan kalori ve yaş grubuna bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Yetişkin bireylerde yaklaşık olarak 4 porsiyona kadar tüketilebilmesi uygundur. Burada 1 yumurtaya karşılık bir porsiyon eti dengeleyebilmekteyiz. Yetişme çağında olan özellikle erkek çocuklarda bu ihtiyaç normalden biraz daha artar. Ancak her zaman protein deposu olan et grubu ne kadar çok yersek o kadar iyidir şeklinde düşünülmemelidir. Fazla et yemenin zararları da özellikle böbrekler üzerinde oluşmaya başlamaktadır. Ve protein yükselmesi yorgunluk hissi vererek ödemli bünyeler ortaya çıkarabilmektedir. İyi ve sağlıklı olarak düşünerek hiçbir besin grubu gereğinden fazla tüketilmemelidir.

Sonuç olarak et tek başına güç deposu olan bir besin değildir. Kasları güçlendirmez. Hatta fazla tüketildiğindeki zararlardan biride sinirleri harekete geçiren alkol gibi tehlikeli olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda fazla et tüketiminin insanın sinir sitemi üzerinde anormal etkiler meydana getirerek tahrik edici boyutlara taşıyabiliyor. Bu sebeple alkolle iç içe olarak nitelendiriliyor.

Tıbbi deneyler ve araştırmalar etin zararlarını ispatlayıcı birçok sonuca ulaşmıştır.

Fazla Tüketilen Kırmızı Etin Zararları

Sindirim sistemi üzerindeki genel rahatsızlıkların büyük çoğunluğu et’in hazımsızlığından kaynaklanmaktadır. Hazımsızlık, apandis rahatsızlığı riski, bağırsak iltihabı ve verem ve kanser parazitlerini de güçlendirdiği tespit edilmiştir. Et insana kolayca geçebilen bağırsak kurtlanması, ateş, az önce de belirtilen kanser gibi ciddi rahatsızlıklara temel oluşturarak vücudumuz üzerinde ciddi zararlara sebep olabilir.

Örneğin vejeteryan bir bireylerin hiçbir zaman apandisit rahatsızlığı riski taşımadığı, fazla et tüketenlerin ise bu rahatsızlıkla karşı karşıya kaldığı  belirtilmektedir. Örneğin çiftçiler normal koşullardan çok daha fazla et tükettiğinden “gut” hastalığına yakalanma oranları artış göstermektedir.

Ayrıca çok fazla et yiyenlerin dilleri kirlidir, nefesleri kokar dışkıları pis ve düzensizleşir. Tüm bunların yanı sıra mide rahatsızlıkları, romatizma, baş ağrısı, cilt yaraları, kilo dengesizliğine bağlı şişmanlık ve zayıflık da fazla et tüketiminde görülen faktörler arasında yer almaktadır. Ve et erken yaşta yaşlanmanın en birinci etkilerini de yaşantımıza olumsuz olarak yansıtmaktadır.

GUT (DAMLA) HASTALIĞI

Gut hastalığı ya da damla hastalığı metabolik bir eklem hastalığıdır. Damarda protein metabolizmasının son ürünlerinden biri olan ürik asit artışı ile karakterize gelişir. Normalde 100 ml kanda 3-7 mg bulunması gereken ürik asit miktarı, kanda artış gösterdiğinde eklemler aralarında kristal olarak birikir ve bu kristaller ani ve şiddetli gelişen ağrı, iltihap, hassasiyet, kızarıklık, şişme ve sıcaklık artışı nöbetlerine neden olur ve sıklıkla da ayak başparmağını etkiler. Sonra sıklık sırasına göre diz, dirsek, el bilekleri etkilenir.

Kandaki ürik asit miktarı birçok sebepten dolayı yükselebilir. Genetik faktörler, bazı hastalıklar, bazı ilaçlar ve aşırı proteinli beslenmeden ötürü yükselebileceği gibi aşırı alkol tüketimi, travma, ameliyat, açlık ve stres de ürik asit artışına yol açar. Yükselten ilaçların başında da idrar söktürücüler, epilepsi ilaçları ve düşük dozlarda aspirin gelir.

Çocuk ve gençlerde çok sık rastlanmayan gut hastalığı genellikle 45-50 yaşlarından sonraki erkeklerde daha çok görülür, kadınlarda ise menopoz sonrasında görülme sıklığı daha fazladır. Ve aşırı kilolu, aşırı et ve alkol tüketen bireyler, şeker hastaları gut hastalığına yakalanma riski daha fazla olan kişilerdir.

İlaçla tedavi yöntemlerinin dışında gut hastası olan bireylerin, kandaki ürik asit miktarının düşürülmesi için beslenmelerine de dikkat etmeleri gerekir. Pürinden fakir beslenilmesi gerekeceği gibi ürik asit miktarının düşürülmesine yardımcı, bağışıklık sistemini destekleyici günlük C vitamini alımına da dikkat etmek gerekir. Koyu yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, biber, kivi, çilek, kuşburnu gibi C vitamini içeriği yüksek besinler bolca tüketilmelidir. Kafein de (kahve) ürik asit düzeyini düşürür. Bol su tüketilmesi gerekir. Su tüketimi ürik asit seviyesinin düşürülmesinde faydalıdır.

Fazla kilolu olanlar ise kilolarından kurtulmalıdır. Kilo kaybı serum ürik asit seviyelerini düşürür. Ancak çok düşük kalorili, bilinçsiz diyetler uygulanmamalıdır. Aşırı düşük kalorili diyetler kas yani protein yıkımına da sebep olacağı için kanda ürik asit seviyeleri bu sefer artışa geçer.

Alkolden uzak durulmalıdır. Alkol ürik asit üretimini artırdığı gibi fazla ürik asidin vücuttan atılmasını da zorlaştırır.

SERBEST BESİNLER (Önerilen besinleri istediğiniz kadar tüketebilirsiniz)

• SÜT VE TÜREVLERİ-Süt (az yağlı veya yağsız)-Yoğurt (az yağlı veya yağsız)-Peynir (az yağlı veya yağsız)

• EKMEK GRUBU-Beyaz ekmek, Mısır ekmeği, Buğday unu, Tarhana, Şehriye, Pirinç, Makarna, Mısır, Erişte, Kuskus, Leblebi, Kestane, Yufka böreği.

• SEBZELER- Sınırlı önerilen sebzelerin dışındaki tüm sebzeler.

• İÇECEKLER- Meşrubatlar, Çay, Kahve.

• TAT VERİCİLER- Tuz, Nane, Tere, Sirke, Maydanoz, Tüm baharatlar.

• TATLILAR – (Fazla tatlı tüketimi kilo alımına sebep olacağı için haftada 1 porsiyon tüketmek yeterlidir.)Sade kuru pasta, Kek, Jöleli tatlılar, Muhallebi, Sütlaç, Reçel, Bal.

• YAĞLAR – Yemeklerde günde; 1 yemek kaşığı bitkisel sıvı yağlardan biri (ayçiçeği, soya, mısırözü yağı) ve 1 yemek kaşığı zeytinyağı veya 5 adet zeytin.

YENİLMEMESİ GEREKEN YİYECEK VE İÇECEKLER

• Tam yağlı süt, peynir, yağlı et suları ve bunlarla yapılmış çorbalar, yemekler

• Alkollü içecekler, boza,

• Sakatatlar (karaciğer, beyin, böbrek, dil, dalak, işkembe, kokoreç vb.)

• Av etleri (ördek, kaz, bıldırcın)

• Sucuk, pastırma, salam, sosis vb.

• Kabuklu deniz hayvanları (kalamar, karides vb.)

• Yağda kızartmalar (et, sebze, hamur işi kızartmaları)

• Çok yağlı yiyecekler (kaymak, krema, mayonez, çikolata, pasta vb.)

• Hayvani ve katı yağlar (tereyağı, margarine, iç yağı, kuyruk yağı)

• İçeriği bilinmeyen hazır gıdalar (hazır çorbalar vs.)

APANDİSİT NASIL ANLAŞILIR? BELİRTİLERİ NELERDİR?

Apandisit Nedir?
Apandisit kısaca “apandis”in iltihaplanmasıdır. Kalın bağırsağa bağlı bir tüp şeklinde ve yaklaşık 10 cm uzunluğundaki bu doku iltihaplandığında, kalın bağırsağın bu bölümü tıkanabilir. Apandis patladığında ise iltihaplı sıvı karın boşluğuna akar ve kısa sürede gerekli önlemler alınmazsa karın zarı iltihabına yol açar. Karın zarının iltihaplanması ise –müdahale edilmezse- hayati tehlike yaratır.

Apandisit Belirtileri Nasıl Anlaşılır?
Apandisit belirtileri, en azından ilk aşamalarda görülen belirtiler gaz, fazla yemek sonrası yaşanan ağrılar, böbrek ya da karın bölgesinde bulunan diğer organların ağrılarıyla karıştırılabilir. Yaşadığınız belirtilerin apandisit nedeniyle olup olmadığını evde uygulayabileceğiniz aşağıdaki yöntemlerle anlayabilirsiniz.

Apandisit Ağrısı
Ağrı bel bölgesi genelinde, göbek deliği hizasında görülebilir. Genele yayılan ağrılar donuk ve süreklidir. Ancak karnın sağ alt kısmını doğru ilerledikçe ağrı şiddetlenir ve “bıçak gibi” olarak tabir edilen ağrılar yaşanabilir. Sağ bölgedeki ağrı genellikle kalça kemiğinin hemen üst kısmına denk gelmektedir.
Karnınıza hafifçe bastırın. Dokunmak bile özellikle karnın sağ kısmında ağrıya neden oluyorsa doktorunuzu aramanız gerekir.

Karın bölgesine bastırdığınızda bu bölge normalden daha sert ya da şiş hissediliyorsa (ağrıyla birlikte) apandisit olabilir.

Apandisit ağrısı yürümenizi zorlaştırabilir. Ayağa kalkın ve yürüyün, yürürken dahi ağrı yaşıyorsanız bunun nedeni apandis iltihaplanması olabilir. Ek olarak fetüs pozisyonunda kıvrılarak yatmak ağrıyı hafifletiyorsa ağrı büyük ihtimalle apandisit yüzünden oluşuyordur.

Nedeni ne olursa olsun bu ağrılar geçmiyorsa ve şiddetleniyorsa vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna gitmeniz önerilir.

Diğer Belirtiler
Aşağıdaki belirtiler her hastada görülmemekle birlikte apandisit belirtileri arasında sayılmaktadır.

* İştah kaybı

* Mide bulantısı

* Ağrılar başladıktan hemen sonra kusma

* Karın bölgesinin şişmesi

* Gazla birlikte görülen kabızlık ya da ishal

* Gaz çıkarmakta zorlanma

* Ateş

* Rektum bölgesinde ağrı

* Ağrılı idrara çıkma

ARTROZ (KİREÇLENME) VE TEDAVİSİ

Artroz ya da osteoartrit sık görülen bir eklem hastalığıdır ve halk arasında kireçlenme olarak adlandırılır. Diz eklemini oluşturan kıkırdak yapıların bozulması, aşınması, incelmesi ile ortaya çıkar. Daha da ileri dönemlerde eklem kıkırdağı tamamen kaybolur. Ayrıca, eklem kıkırdağının altındaki kemik (subchondral bone) dokusunda da değişiklikler sonucu kemikte büyümeler ve eklem kenarında çıkıntılar (osteofitler) gelişir. Sonuçta osteoartrit eklemlerin normal yapısını bozarak, hareketlerde kısıtlanmaya ve ağrıya neden olur.Orta yaş ve daha sonrasındaki hasta gruplarında görülür ve kilolu kimseler daha çok etkilenir. Dizin durumu muayene ve röntgen ile değerlendirildikten sonra, diz kireçlenmesinin tedavisinde öncelikle özel diz egzersizleri, kilo verme, ilaç tedavisi uygulanır. Eklem içine yapılan kıkırdak güçlendirici ilaçlar, özel dizlikler tedavide kullanılmaktadır. Belli dönemlerde fizik tedavi uygulanabilir. Kireçlenme hastalığı görülen yaş gruplarında çoğunlukla dejeneratif menisküs yırtıkları da görülmektedir ve ayrıca artroskopik bir girişim gerektirmez. Ancak nadiren de olsa mekanik bulgu veren menisküs yırtığı ile birlikte olan uygun vakalarda artroskopik girişim kısmen faydalı olabilmektedir. İleri derecedeki diz kireçlenmelerinde total diz protezi ameliyatı uygulanmaktadır. Bu ameliyatla, bozulmuş olan eklem yüzeyleri çıkarılıp yerine metal ve plastik maddelerden yapılmış bir protez konulur. Tedavideki amaç hastanın ağrısız yürümesini sağlamaktır.

İki önemli faktör osteoartrit gelişmesinde önemli rol oynamaktadır:
1. Eklemlerin üzerlerine binen yükü dengeli bir şekilde emip dağıtarak, istenen hareketi rahat yapmasını sağlayan eklem kıkırdağı, kemik, bağlar gibi yapılarda doğumsal ya da sonradan gelişen bozuklukları
2. Vücut kilosunda artışta olduğu gibi eklemlerin üzerindeki yüklerin ya da eklemlerin normal çalışma koşullarının değişmesi.

Osteoartritin Belirtileri:

Hastalar en sık olarak osteoartrit gelişen eklemlerin hareketlerinde kısıtlanma ve ağrıdan yakınırlar. Kemik çıkıntılara bağlı olarak eklem şiş görünebilir. Hareket sırasında eklemde çıtırtılar duyulabilir. Belirtilerin arttığı alevlenme dönemleri olabildiği gibi, uzun süren şikayetsiz dönemler de görülebilir.

Ağrı genellikle hareket sırasında ya da günün ilerleyen saatlerinde görülürken, yakınmalar dinlenmeyle rahatlar. Uzun süren dinlenme sonrası ya da oturur durumdan harekete geçince, hareketlerde kısa süren bir tutukluk olabilir. Bu durum hareket ettikçe dakikalar içerisinde düzelir. Eklem kıkırdağındaki bozukluklar ve aşınma ilerledikçe, istirahat sırasında da ağrı görülebilir ve hareketler günlük yaşam işlevlerini aksatacak düzeyde kısıtlanabilir. Osteoartrit olan ekleme komşu kaslarda zayıflama ve güçsüzlük dikkati çeker. Kaslarda kramplar da görülebilir.

Osteoartrit Risk Faktörleri:

Yaş: Osteoartrit orta-ileri yaşların hastalığıdır. Kırk yaşından önce görülmesi çok nadirdir. Yaş ilerledikçe hastalık görülme sıklığı artar. Örneğin, yetmiş yaşındaki insanların yaklaşık dörtte üçünde kireçlenme bulguları vardır.

Kalıtım: Bazı ailelerde çok daha sık olarak ve daha erken yaşlarda osteoartrit geliştiği bilinmektedir. Özellikle el parmak eklemlerinde şişlere neden olan ve "nodüllü osteoartrit" diye bilinen türünde kalıtımın katkısı çok belirgindir.

Cinsiyet: Diz ve ellerde görülen osteoartrit kadınlarda daha sık görülür. Kalça eklemi osteoartriti ise kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir.

Kilo: Fazla kilo ve şişmanlık eklem üzerine binen yükü artırarak özellikle diz osteoartriti gelişme olasılığını yükseltmektedir. Ayrıca, osteoartriti olan kimselerde kilo artışı şikayetlerin ortaya çıkmasına ya da artmasına neden olabilmektedir.

Eklemlerde yapısal bozukluklar: Eklemlerde doğuştan görülen (örneğin kalça çıkığı, kalça eklemi ile yuvası arasındaki uyumsuzluklar) ya da sonradan kaza, travma, hastalık gibi nedenlerle gelişen yapısal bozukluklar, eklemin işleyişini aksatarak osteoartrit gelişme riskini artırmaktadır.

Eklem hastalıkları: Osteoartrit, eşlik eden başka herhangi bir hastalık olmaksızın görülebileceği gibi, eklemlerde görülen özellikle iltihabi nitelikli hastalıkların eklemde yaptığı yapısal bozukluklara bağlı olarak da gelişebilir ("ikincil osteoartrit").

Eklemlerin aşırı kullanılması: Mesleki nedenlerle ya da yaşam tarzına bağlı olarak belirli eklemlerin aşırı kullanılması osteoartrit riskini artırmaktadır.

SIK GÖRÜLDÜĞÜ EKLEMLER:

Osteoartrit en sık diz, kalça, el parmak eklemleri, ayak başparmağı ve omurgada görülür.

* Diz osteoartriti özellikle bayanlarda sıktır ve artan kilo (şişmanlık) ile görülme olasılığı artar. Genellikle her iki dizi etkiler.

Kalça osteoartriti erkeklerde de kadınlar kadar sık görülür. Doğumsal kalça eklemi uyumsuzlukları, kalça ekleminin edinsel hastalıkları ve belirli meslekler (örneğin çiftçilik) kalça osteoartriti için risk faktörleri arasında sayılmaktadır.

El parmaklarında, özellikle en uçta bulunan eklemlerde ve baş parmak kökünde görülen osteoartrit, kemik çıkıntılara bağlı olarak eklem şişlerine neden olabilmektedir. Bu nedenle "nodüllü osteoartrit" olarak bilinmektedir. Genellikle ilk ortaya çıktıklarında ağrılı, kızarık ve şiş olmakla beraber, bir süre sonra kızarıklık ve ağrı geriler ve genellikle el parmak işlevlerini aksatacak düzeyde şekil ve hareket bozukluğuna neden olmazlar.

Ayak başparmağında görülen osteoartrit başparmağın dışarı doğru eğrilmesine ve/veya hareketlerinin tama yakın kaybına neden olur. İlk ortaya çıktığında, eldeki nodüller gibi ağrı ve şiş ile birlikte kızarıklık da görülebilir ve yanlışlıkla gut hastalığı geliştiği düşünülebilir.

TEŞHİS:

Belirli eklemlerde gelişen kemik çıkıntılara bağlı şişler, hareket sırasında kısıtlanma ve kaba çıtırtıların (krepitasyon) hissedilmesi hekimin osteoartrit tanısını koymasında oldukça yararlı bulgulardır. Eklemlerin röntgen filmlerinin çekilmesi de, osteoartrit tanısını koyarken çok yardımcı olur. Bununla beraber, röntgen filmlerinde osteoartrit bulgularının olması, mutlaka o eklemde çeşitli yakınmaların olacağı anlamını da taşımaz ya da yakınmaların hangi şiddette olduğunu tahmin ettirmez.

Osteoartrit tanısını koyduran bir kan testi yoktur. Fakat, bazı kan testleri, özellikle vücutta ciddi bir iltihabi cevabın olmadığını gösteren testler, osteoartriti diğer romatizmal hastalıklardan ayırt etmede yardımcı olurlar.

TEDAVİ:

Tedavinin Amaçları:

- Ağrıyı gidermek

- Hareketteki kısıtlanmayı düzeltmek

- Günlük aktivitelerin sorunsuz yapılmasına yardımcı olmak

- Hastalığın ilerlemesini engellemektir.

Tedavi Seçenekleri: Osteoartritin tamamen düzelmesini sağlayan bir tedavi yoktur. Aşınmış olan kıkırdak dokusunu yenilemek günümüz yöntemleri ile mümkün değildir.

Vücut ağırlığının ideal kiloya inmesi, düzenli egzersizlerle ekleme binen yükün azaltılması ve kas gücünün artırılması oldukça yararlı olmaktadır. Günlük işlerin ve önerilen egzersizlerin gün içerisine dengeli bir şekilde dağıtılması çok önemlidir.

Eklem ağrısı için öncelikle basit ağrı kesiciler, bunlara yeterli yanıt olmazsa, kortizon dışı iltihap giderici romatizma ilaçları kullanılmaktadır.

Eklem içinde sıvının arttığı alevlenme dönemlerinde, eklem içine kortizon enjeksiyonları denenebilmektedir. Eklem içine eklem sıvısına benzer özelliklerde sıvıların verilmesinin ya da ağız yoluyla alınan ve kıkırdak içeriğinde bulunan bazı gıda maddelerini içeren ilaçların yararı ise tartışmalıdır. Uygun durumlarda sıcak ve/veya soğuk uygulamaları da ağrı kesici etki sağlamaktadır.

Osteoartrit, eklemde ileri derecede tahribat yaparak kişinin günlük ihtiyaçlarını bile yapamaz hale gelmesine neden olduğunda, bu eklemin cerrahi yöntemler kullanılarak bir protez ile değiştirilmesi gerekebilir. Eklem protezleri (yapay eklemler) hem ağrının ortadan kalkmasını, hem de eklem hareketlerinin belirgin şekilde düzelmesini sağlayabilmektedir.

BAŞ AĞRINIZIN ÇÖZÜMÜ CEVİZDE

Baş ağrıları çoğu zaman dayanılmaz olabilir. Çoğu zaman bu ağrıların ilaçlarla önleneceği düşünülür fakat kullandığımız ilaçlar eklemlerdeki kıkırdağa ciddi şekilde hasar vermektedir. Anadolu’da çok uzun yıllardır biriken şifalı bitkilerle tedavi kültürü baş ağrısına da çözüm sunmaktadır.

Baş Ağrısına Ceviz ile Son Verin

Baş ağrısı birçok sebepten kaynaklanabilir. Bu sebeple, neden olduğunu tespit etmeniz gereklidir. Başınızdaki ağrı ensenizde yukarı doğru artarak geliyorsa bu durum, genellikle kolesterol yükselmesinden oluşur. Kolesterolün düşürülmesi, bu tür bir baş ağrısının giderilmesi anlamına gelmektedir.

Yapılması Gerekenler

Kolesterolün düşürülmesinde ceviz sıklıkla kullanılan bir şifalı bitkidir.

Dış kabuğunu soyduğunuz cevizleri bir bardak ılık suya koyarak yaklaşık 6-7 saat bekletiniz.

Bu işlemden sonra bardaktaki suyun rengi değişerek yoğunlaşacaktır.

Daha sonra bu suyu içerek tüketiniz.

Bu yöntemi 2 haftada bir düzenli olarak yeniden ederseniz baş ağrılarınızdan kurtulduğunuzu göreceksiniz.

FİZİK TEDAVİ NEDİR? NASIL YAPILIR?

Fizik = Madde
Terapi = Tedavi

Fiziyoterapi bazı hastalıkların fizik unsurlarla tedavisine verilen isimdir. Tedavide kullanılan fizik unsurlarının başında ışık, elektrik, sıcak ve soğuk su banyoları, bazı özel egzersizler gelmektedir.

Fizik tedavi bazı hareketleri periyodik olarak, belirli bir süre içinde yaptırarak ağrıları tedavi etme amaçlıdır. Genelde 10-15 gün süren tedavide 45 dakika-1 saatlik süreçlerde uygulanan bu hareketlerin sonucundaki tedavide, tedavi süresinde ve bittikten sonra bir süre ağrılar daha da artabilir, bu olağandır. Daha sonra eğer çok büyük bir sorun yoksa ağrılar tamamen azalır ve hasta eski, sağlıklı haline döner.

Bir sporcu için uygulanacak fizik tedavi diğer hastalardan birçok yönden farklıdır. Sporcular genç bireylerdir ve hepsi bir an önce aktivitelerine dönmek istemektedirler. Yani en kısa zamanda iyileşmek isterler. Sabırsız ve hemen iyileşmek isteyen sporcularda kısa veya uzun dönemde sporcuya zarar verebilecek, bir takım kayıplara yol açabilecek olan kestirme tedavilerden kaçınılmalıdır.

Bir sporcuda fizik tedavi; ağrıyı dindirmek, bölgesel şişliği azaltmak, kas gücü ve hareketliliğini arttırmak ve iyileşmeye yardımcı olmak için uygulanır. Bütün olarak tedavideki amaç kişinin fonksiyonlarının tam olarak geri dönmesi olduğu için tüm tedaviler rehabilitasyon prensipleri ile uygulanır. Fizik tedavi içinde masaj, elektroterapi, hidroterapi ve egzersiz tedavileri vardır. Fizik tedavi'yi fizyoterapist denilen bu konuda uzmanlaşmış kişiler uzman doktor denetiminde uygularlar. Fizyoterapistler tedavi boyunca sporcu ile yakından ilgilenir bir tarafta sporcu, antrenör ve yönetici arasında bilgilendirme sağlarken diğer taraftan da hastayı takip eden doktora tedavi gelişimini rapor eder ve tıbbi ekip arasında bağlantı sağlarlar. Bir spor fizyoterapisti her zaman takımın bir parçasıdır.

Fizik tedavi olarak elle yapılan tedavilerden en sık masaj ve manuplasyon kullanılır. Masaj ve manuplasyon pasif tedavilerdir. Kişi kendisi bu olaya katılmaz ve katkıda bulunmaz pasif kalır.

Fizik Tedavi nasıl yapılır?
Masaj

Sporda masaj birçok yaralanmanın tedavisinde kullanılır. Masaj kullanımının avantajı yaralanmış dokular bu şekilde çok yakın takip edilmiş hem de tedaviye dokunun yanıtı izlenmiş olur. Ayrıca koruyucu amaçlı olarak zorlanmalı seanslar sonrası kas gerginliği ve sertleşmesini azaltmaya yönelik de uygulanır. Bir egzersiz seansından veya bir yarışmadan önceki ısınma bölümünde kas tonus ve dolaşımını arttırmak için de kullanılabilir.

Spor yaralanmalarında masaj yapılırken çok daha dikkatli olunması gerekir. Yaralanmış bölgedeki kan akımını arttırmaya yardımcı olmak, kas spazmını gidermek ve bölgesel şişliği azaltmak için sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak bu masajın yavaş ve nazik olması gerekir.
Değişik amaçlarla değişik masaj teknikleri kullanılabilir. Mesela yavaş ve orta derece basınçla yapılan masaj dokuları gevşetirken, derin friksiyon masajı daha uyarıcı etki yapar.
Masajın özellikle hasta dokularda çok dikkatli uygulanması gerekir. Mesela bilinçsizce kas içine kanama olmuş yerlere yapılan masaj kas içinde sert kemiksi doku oluşması ile karakterize Miyozitis Ossifikans gelişmesini kolaylaştırır. Bu olay Quadriceps gibi büyük kas grupları için özellikle önemlidir.

Manuplasyon
Manuplasyonda hasta eklemleri ve kas grupları pasif olarak bir miktar zorlama ile hareket ettirilir. Manuplasyon da masaj gibi pasif bir tedavidir. Yani hastanın kendi katkısı yoktur. Hasta hareketsiz ve gevşek dururken uygulanır. Manuplasyonun amacı ağrıyı dindirmek, bölgesel dolaşımı iyileştirmek ve eklem hareket açıklığını arttırmaktır. Bu işlem özellikle yaralanmış sporcularda çok dikkatli uygulanmalıdır. Manuplasyon mutlaka tedavi edici egzersizlerle birlikte uygulanmalıdır. Eğer koruyucu kas gruplarını güçlendirmeden bir eklemin hareketi manuplasyonla arttırılırsa eklem stabilitesi tam olmadığından eklem zarar görür.

Spor yaralanmalarında aktif tedavi

Tedavi ve egzersizler
Spor yaralanmalarının tedavisinde en büyük bölüm aktif tedavinin yer aldığı rehabilitasyondur. İyileşme ve normale dönme sürecini sağlayan rehabilitasyonda hastanın da işbirliği ile aktif tedavi metotları uygulanır. Sporda egzersiz ne kadar önemli ise rehabilitasyonda da egzersiz tedavisi o kadar önemlidir. Burada dikkat edilecek nokta yaralanmış bir sporcuya yaralanma derecesine uygun tedavi edici egzersizlerin verilmesidir. Bu egzersizler yetersiz olursa iyileşme olmaz, aşırı olursa da yeni zedelenmeler eklenir.

Egzersiz hastanın istemli, düzenli, sistemik kas kasılmaları ile yapılır. Bu tedavide hasta aktiftir. Yani işlemi kendisi uygular. Bazı egzersizler yardımlı yapılsa da kas kasılmasını sporcu kendisi sağlar. Sporcular genç bireylerdir ve gençlikle sabırsız olurlar. Hepsi bir an önce eski aktivitelerine dönmek isterler. Bu yüzden kısa veya uzun dönemde sporcuya zarar verebilecek, kayıplara yol açabilecek olan kestirme tedavilerden kaçınılmalıdır. Dolayısı ile tedavi edici egzersizler de ilaçlar gibi belirli zamanlarda ve belirli dozda ve doğru biçimde yapılmalıdır.

Yaralanmış kısıma ait egzersizlerin dışında sporcunun yaptığı spor gereksinmelerine göre bedensel formu koruma egzersizleri de tedaviye eklenmelidir. Mesela dizindeki bir problem nedeni ile antrenman ve maç yapamayan bir futbolcunun iyileşme süreci geçinceye kadar genel kondisyonunu kaybetmemesi gerekir. Bunun için hem dizinin iyileşmesini engellemeyecek hem de bedensel formunu koruyacak egzersiz çizelgesi planlanmalıdır. İyileşmenin ileri evrelerinde ise özellikle yaralanmış kısımların ve çevresindeki kasların ağrısız hareketlerle güçlendirme egzersizleri yapılır.

İzometrik egzersizler
Yaralanmanın ilk devresinde izometrik egzersizler yapılır. Bu egzersizler özellikle diz ve omuz eklemi için çok önemlidir. Bu egzersizlerde kaslarda kasılma vardır ama eklemde hareket yoktur. Çoğu zaman sporcunun ağrı olmaksızın yapabildiği yegane egzersiz budur. Her tedavide bu tip egzersizler kullanılır.

Koordinasyon egzersizleri
Yaralanmalarda kas, kemik, damar ve deri yanı sıra proprioseptif sistem de zedelenir. İyileşme sürecinde bu sistemin yeniden eğitilmesi için koordinasyon egzersizleri ve denge tahtası kullanılır. Bir spor yaralanmasından sonra düzelme sadece ağrının olmaması ve bölgesel aktivitenin sağlanması demek değildir. Yaralanmış bölge ve çevresindeki kısımlar arasında uygun etkileşimin tekrar sağlanması gerekir. Özellikle bacak yaralanmalarında koordinasyon egzersizleri çok önemlidir. Bacakta çok zengin bir proprioseptif sinir sistemi vardır. Bu sistem hareketlerin ardışık, amaçlı olarak bir biri ile devam etmesi ve hareketin yumuşak olmasında rol alır.

Pasif germe
Pasif germe erken ağrılı devirden sonra yaralanmış bölgedeki esnekliği eski haline getirmek için kullanılır. Germek istenilen kısım ağrısız sınırlarda gergin pozisyonda tutulur ve belirli süre beklenir. Tam gevşeme sağlandıktan sonra ikinci germe yapılır. Bazen sıçrayıcı tarz germeler yapılabilir. Ancak bu durumda yeni bir zedelenme eklenebileceğinden dikkatli olmak gerekir.
Yaralanmaların tedavisinde hiç bir metod tek başına yeterli değildir. Germe ve koordinasyondan başka güçlendirici egzersizler de kullanılır. İyileşmenin ileri evrelerinde egzersizlerin sıklığı ve yoğunluğu giderek arttırılır. Bundan sonra yapılan spor dalına özel egzersizlerine geçilir.

Fizik Tedavi
Rahatsızlığın ilk döneminde epikondil bölgesi soğutularak ağrı ve enflemasyon azaltılır. Bunun için buz veya soğuk jel torbaları kullanılabilir. Sporcu ağrıya neden olacak hareketlerden kaçınmalıdır. Ancak kondüsyonunu kaybetmemek için koşu gibi aktivitelere devam edilmelidir. Bölgesel istirahat sağlamak için tenisçi dirseği bandajı vaya dirseklik kullanılır. Ağızdan verilen ilaçlarla da ağrı ve enflamasyon azaltır. Ağrı ve enflamasyon kontrol altına alındığında egzersizlere başlanır. Pratik bir kural olarak sporcu el sıkışma sonucu gelişen ağrıyı tolere edebiliyorsa egzersiz yapabilir. Fizik tedavi iyileşmede yardımcıdır. Ultrason, eletroterapi ve tedavi egzersizleri ile çoğu zaman kısa sürede iyileşme sağlanır. Egzersizlerin doğru uygulanması ayrıca omuz ve kolun gücünün arttırılması gerekir. Bu tedavilere cevap vermeyen, ağrının devam ettiği inatçı vakalarda bölgeye kortizon enjeksiyonu yapılabilir. Enjeksiyon sonrası 1-2 hafta istirahat edilmeli ve fizik tedavi uygulanmalıdır. Kortizon enjeksiyonunun 2-3 defadan fazla uygulanmaması gerekir. Bütün bu tedavilere rağmen düzelmeyen vakalarda ameliyatı düşünmek gerekir.

ANAL FİSSÜR (MAKAT ÇATLAĞI) NEDİR? NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Anal fissür kelime anlamı olarak makatta çatlak demektir. Türkçede makat çatlağı, makatta yırtık, mayasır olarak da isimlendirilmektedir.

Makat ciltle kalın barsak arasında 2.5-3 cm yüksekliğinde, kontrolümüzde olan ve kontrolümüz dışı çalışan çeşitli kaslarla oluşturulmuş bir kanaldır.Bu kanalı örten cilt benzeri yapının yırtılması durumu makat çatlağı olarak tanımlanır.

Anal fissürler başlangıç zamanı ve klinik bulgulara göre;
1- Yeni makat çatlağı ( akut anal fissür )
2- Müzmin makat çatlağı (kronik anal fissür) diye iki gruba ayrılır.

AKUT ANAL FİSSÜR ( YENİ OLUŞMUŞ MAKAT ÇATLAĞI )

Hastalığın ilk 1-2 aylık dönemi akut olarak değerlendirilir.
Yoğun bir kabızlık veya ishal döneminde makat iç yüzeyinde küçük bir yırtık oluşur,kabızlığın yada ishalin devamı çatlağın her dışkılamada yenilenmesine ve orta düzeyde bir acı yaşanmasına sebep olur.

Bu dönemde
-Sebebin ortadan kaldırılıp rahat dışkılama sağlanması
-Acıyı azaltmaya yönelik bölgesel ilaçlarla acının azaltılması
-Sıcak su oturma banyosuyla makat kaslarını rahatlatarak ağrının azaltılması.
-Bölgesel olarak uygulanan kas gevşeticilerin kullanılması
hastaların yaklaşık yarısında iyileşme sağlar. Tedavinin böyle yapılması ve hastalığın düzelmesi halinde aynı sebebin bir daha yaşanması halinde hastalık % 85 ihtimalle yeniden ortaya çıkar. Bu nedenle akut fissür ilaçla tedavi edilebilirse kesinlikle kabızlık ve yoğun ishal yaşanmamalıdır.İlaçla tedaviye cevap alınamaması durumunda makat kaslarında kontrolsüz kas spazmı gelişeceğinden ağrının şiddeti çok artar ve dışkılama esnasında oluşan ağrı tuvalet sonrası daha uzun sürmeye başlar.Bu durumda hastalık müzminleşmiş olarak kabul edilir ve tedavisi değişir.

KRONİK ANAL FİSSÜR ( MÜZMİN MAKAT ÇATLAĞI )

Tedaviye cevap vermeyen akut anal fissür 1-2 ayda kronikleşir. Kronik anal fissürde makattaki çatlağa ek olarak dışardan bakıldığında görülen küçük bir meme,makatın iç kısmında bir başka meme ve makatta kontrolsüz kasılma eklenmiştir.

Şu üç bulgunun oluşması kronik olduğunu gösterir.
- Anal spazm (makatta kontrolsüz ağrılı kasılma )
- Dışarda meme (sentinel pili )
- İçerde meme (sentinel polip )

Diğer kronikleşme bulguları;
-Çatlağın iç yüzeyinin beyazlaşması
-Dışkılama sonrası ağrının uzun sürmesi en tipik bulgudur ve saatlerce sürebilir.
-Dışkılama süresinin uzaması ( makat zor gevşer )

Anal Fissür Tedavisi

Anal fissürün tedavisinde kabızlıktan korunma çok önemlidir. Bunun için bol meyve, sebze tüketilmelidir. Kadınlardaki anal fissür, genellikle doğum travması veya doğumdan sonraki ilk günlerde oluşan kabızlıkla ilgilidir. Anal fissür bir şekilde oluşmuşsa diyet, dışkı yumuşatıcı ilaçlar, kısa süreli topikal kremler, sıcak su oturma banyolarına 3 hafta kadar devam edilmeli, ağrı varsa ağrı kesiciler verilmelidir.

Erken fissürlerde ilaç tedavisinin başarı şansı, dikkatli bir uygulama ile % 80′dir. Ancak fissür kronikleşmiş, çatlak derin ve zemini çok sert, bekçi meme gelişmiş ise bu tür tıbbi tedavi % 50 başarısız kalır. Kronikleşmiş anal fissürde tedavi, tıbbi veya cerrahi yolla anal spazmın giderilmesi esasına dayanır. Tıbbi tedavi ile geçici rahatlama sağlansa da, esas tedavi cerrahi müdahale ile sağlanır.

Cerrahi tedavide altın standart internal sfinkterotomi denilen lokal veya genel anestezi ile yapılan makatın iç kasının kesilerek gevşetildiği ameliyattır. Bu yöntemle bölgedeki basınç düşürülür. Ameliyattan sonra çatlakların %97 ile %100’ü tamamen iyileşir. Hastaların %90’ından fazlası 48 saat içerisinde ağrıdan kurtulurlar.

Ayrıca anal fissür tedavisinde lokal olarak kullanılan merhemler anal kanaldaki basıncı azaltarak etkili olmakta, etkisinin çabuk geri dönmesi, ilacın olumlu etkisinin hızlı bir şekilde ortaya çıkması, böyle bir tedavi ile fissür vakalarının bir kısmında cerrahi tedaviye gerek kalmaması, başarısızlık olmasının hastada herhangi bir zarar meydana getirmemesi ve yan etkilerinin son derece az, önemsiz olması nedeniyle günümüzde tercih edilmeye başlayan tedavi yöntemleri olmaya başlamıştır. Günümüzde yeni bir uygulama ile anal fissür hastalarına cerrahi tedaviye alternatif olarak Botulinum toksini (Botox) injeksiyonu yapılmaktadır. İşlem anestezi gerektirmeden poliklinik şartlarında uygulanmakta ve işlemden hemen sonra hastalar evlerine gönderilmektedir. Bu yöntem, herhangi bir anestezi gerektirmemesi, ağrısız olması ve ameliyata göre uygun maliyeti ile alternatif bir seçenek olarak görülebilir.

BEL FITIĞI HAKKINDA BİLİNEN YANLIŞLAR VE DOĞRULAR

Toplumumuzda bel fıtığı ile ilgili doğru ve yanlış bilgiler birbirine karışmış durumda. Birisi bel fıtığına şu çok iyi gelir derken bir diğeri bambaşka birşeyi önermekte. Ben de, sizler ve kendim için bel fıtığı hakkında bilinen doğruları ve yanlışları bir arada toplamaya çalıştım.

Yanlış: Sert yerde yatmak bel ağrılarını giderir. Bel fıtığı oluşunca mutlaka ya yerde yatmalı ya da yatağın altına tahta koyarak öyle yatmalı.

Doğru: Sert yerde yatmak sırt ve bel kaslarının tutulmasına neden olduğu için yarar yerine zarar getirir. İyi bir yaylı yatakta, tercihen yarı ortopedik bir yatakta yatmak en iyisidir.

Yanlış: Mutlaka sırtüstü yatılmalıdır.

Doğru: Hastanın en rahat ettiği pozisyon en iyisidir. Hastalar genellikle yan yatıp bacaklarını karınlarına doğru çektiklerinde daha rahat ederler, çünkü bu pozisyonda yatarken omurların arası açılacağından bacak sinirlerine olan bası azalır. Eğer hasta sırtüstü yatmak isterse belinin altına bir yastık koyması ve bacaklarını yüksek bir yere uzatması daha uygun olur.
Yanlış: Tuvalet ihtiyacı dışında kalkmadan 20-25 Gün kesin yatak istirahati yapılmalıdır.

Doğru: İki gün yatak istirahati yeterlidir. Eğer hasta rahatlamazsa bir sonraki tedavi aşamasına geçilmelidir. Uzun süre yatmak hastada Depresyona yol açabilir.

Yanlış: Yürüyüşten, merdiven çıkıp inmekten kaçınmalı, daha çok oturmak tercih edilmelidir.

Doğru: Oturmak bele binen yükü arttırır, 15-20 yirmi Dakikadan fazla sürekli oturulmamalı, sık sık vücudun pozisyonu değiştirilmelidir.

Yanlış: Sürekli Korse takmak beli toparlar, bele binen yükü azaltır.

Doğru: Omurga kırıkları ve kaymaları dışında sürekli korse takmak zararlıdır, beldeki kasların zayıflamasına yol açar.

Yanlış: Bel çektirme ile bel fıtığı geri gider, hasta rahatlar.

Doğru: Bel çektirme sadece omurların arka uzantılarının birbirleri arasında yaptıkları eklemlerdeki kaymalarda faydalıdır. İleri derecede bel fıtığı olan kişilere yapıldığında fıtığın kopmasına ve hasta için felç tehlikesinin ortaya çıkmasına sebep olur.

Yanlış: Bele balık bağlama, bardak çekme, masaj gibi alternatif yöntemler fıtığı yerine sokar.

Doğru: Bu gibi alternatif yöntemler sadece beldeki kan dolaşımını arttırır, böylece beldeki kaslar gevşer, hastada geçici rahatlama olur, fıtık üzerine bir etkisi olmaz.

Yanlış: Fizik tedavinin yapıldığı yer çok önemlidir.

Doğru: Fizik tedavinin yapıldığı yerin önemi vardır, ama yakınlığı çok daha önemlidir. Hastanın fizik tedaviden sonra üşütmeden, yorulmadan eve gitmesi gereklidir.

Yanlış: Fizik tedavi esnasında ağrı olursa bırakılmalıdır.

Doğru: Fizik tedavinin özellikle ilk üç gününde ağrıların artması normaldir, sabırla devam edilmelidir.

Yanlış: Fizik tedavinin etkisi ancak birkaç ayda belli olur.

Doğru: İlk on seans sonucunda hastanın ağrılarında bir gerileme olmuyorsa fizik tedaviyi sürdürmenin bir anlamı yoktur. Bir sonraki tedaviye geçilmelidir.

Yanlış: Mesai Saatleri içinde fizik tedavi yapılabilir.

Doğru: Fizik tedavi bitiminde mutlaka yarım saat, kırk beş Dakika uzanıp ondan sonra normal yaşama devam edilmelidir.

Yanlış: Bele iğne yapılması bel fıtığını yok eder.

Doğru: Bele iğne yapılması hastanın ağrılarını geçici olarak yok eder, tamamen geçirmez. Yapılacak kortizonun birçok yan etkisi olduğu unutulmamalıdır.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatı çok risklidir, hastaların çoğu ya sakat kalır ya da kısıtlı bir yaşam sürdürmek zorunda kalır.

Doğru: Mikrocerrahi ile ve iyi bir beyin cerrahı tarafından yapılan bel fıtığı ameliyatlarının sakat kalma, felç olma gibi bir riski yoktur. Ameliyat hastayı daha rahat hareket edebilmesi için yapılır, onun hareketlerini kısıtlamak için değil.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatlarında hasta mutlaka narkoz almak zorundadır.

Doğru: Artık Epidural Anestezi yöntemi ile hasta uyumadan da ameliyat yapılabilmekte, hastalar ameliyat sırasında sohbet edebilmekte, ayaklarını oynatabilmektedir. Bu yöntem sayesinde ameliyat sonrası uyanamama, bulantı, kusma gibi sorunlar oluşmamaktadır. Hasta ayağını oynatabildiği için ameliyat sırasında güç kontrolü de yapılabilmektedir.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra en az 3 Ay seyahat edilmez, Araba kullanılmaz

Doğru: Bel fıtığı ameliyatından sonra hastanın tatile ya da bir seyahate çıkması istenilen bir durumdur. Hasta uçakla ya da trenle ameliyatın ertesi günü, arabayla ya da otobüsle ameliyattan iki gün sonra uzun yolculuğa çıkabilir.
Ameliyattan 1 hafta sonra tatil yapabilir, eğer İstanbul trafiği gibi stresli bir yerde değilse araba kullanabilir.

Yanlış: Bel fıtığı ameliyatından sonra cinsel güç azalır, zaten ameliyattan sonra en az 3 ay cinsel perhiz uygulanmalıdır.

Doğru: Bel fıtığının varlığı cinsel gücü azaltır, onun ameliyatla alınması zamanla kaybolanları geri döndürür. Ameliyat sonrası cinsel perhiz ise sadece 10 günlüktür.

Yanlış: Ameliyat sonrası futbol, kayak, tenis gibi sporlar bir daha yapılamaz, denize girilemez.

Doğru: Ameliyattan 1 hafta sonra deniz ve havuz tedavi için yararlı girişimlerdir, yürüyüş ve yüzme hastanın normal yaşama dönmesini hızlandırır. Zıplayıcı sporlar iyileşmeyi geciktirdiği için 2 ay süreyle yasaklanır, sonra spor öncesinde iyice ısınmak kaydıyla serbest bırakılır.

Yanlış: Sadece bel ağrısı belirtisi olan bel fıtığında ameliyat olunmalıdır.

Doğru: Bel fıtıklarının %90’ı ameliyatsız tedavi edilebilmektedir. Sadece bel ağrısı ya da uyuşma belirtileri için ameliyat yapılamaz.

Yanlış: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle ortopedi, nöroloji ya da Dahiliye uzmanına başvurmak gerekir.

Doğru: Bel ve bacak ağrımız varsa öncelikle beyin cerrahisi uzmanına başvurmak gerekir.

BEL FITIĞI VE TEDAVİSİ

Bel fıtığı kesinlikle önemsenmesi gereken ciddi bir durumdur. Yetişkin insanların ortalama %80’i, hayatlarının bir döneminde en az bir defa bel bölgesindeki ağrıdan yakınmaktadır. Bel fıtığı, genelde 30-60 yaş arasındaki erişkin grupta sık görülmesine rağmen, hemen her yaşta ortaya çıkabilir.
       
Bel Fıtığı Oluşması
Bel fıtığı omurgalar arasında bulunan disk denilen elastiki kıkırdak dokunun omurgaların basısı nedeniyle öne doğru kayarak omurilik kılıfından çıkan ve bacağın çeşitli bölgelerine giden sinirleri sıkıştırmasıyla oluşur. Bazen ani bir zorlama, ağır bir şey kaldırma, ters bir hareket veya belin üşütülmesi bile bel fıtığına neden olabilir. Ama bel fıtığının en önemli nedeni uzun süren stres ve gerginlikler sonrası kaslardaki aşırı gerilmedir.

Bel Fıtığının Belirtileri
Tek veya her iki bacağa vuran ağrılar, ayaklarda uyuşmalar, hareket kısıtlılıkları, yürüme ve oturmada güçlük bel fıtığının belirtileridir. Bel fıtığı ilerlerse iktidarsızlık, çabuk yorulma, idrarını tutamama, dengesizlik ve yürüyememe gibi belirtiler de eklenebilir.

Bel Fıtığı Teşhisi
Günümüzdeki modern tanı yöntemleri, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans ile bel fıtığı teşhisi kolaylıkla konulmakta ve derecesi belirlenebilmektedir.

Bel Fıtığının Tedavisi

Başlangıç Safhası
Bel fıtığın tedavisi fıtıklaşmanın, yani disk dediğimiz elastiki maddenin bacağa giden sinirlere yaptığı basının derecesine bağlıdır. Eğer sadece bel ve bacak ağrısı mevcut, herhangi bir uyuşukluk, güç kaybı, hareket kısıtlılığı yoksa bel fıtığı başlangıç safhasında demektir. Bu halde hastaya kas gevşetici ilaçların verilmesi, yatak istirahati ve belini zorlayacak hareketlerden kaçınması önerilir.

Hastaya öneriler
1) Hasta kesinlikle bir iki kiloyu aşan ağırlıkları kaldırmamalıdır.
2) Öne ve yanlara doğru eğilme, belin bükülmesi yasaklanır. Eğer yerden bir şey alınacaksa hastanın çömelerek alması söylenir.
3) Hastaların otururken belinin arkasına bel boşluğunu yok edecek şekilde bir yastık koymaları ve yirmi dakikadan fazla oturmamaları önerilir. Eğer hastanın mesleği gereği uzun süre oturması gerekiyorsa her yirmi dakikada bir yürümesi önerilir. Uzun süre araba kullananlara ise yirmi dakikada bir arabalarını park edip arabalarının etrafında birkaç kez dönmeleri tavsiye edilir.
4) Hastanın yukarıya doğru uzanması yasaklanır. Yukarıdan bir şey alacaksa bir iskemle veya merdivenin üstüne çıkıp alması söylenir.
5) Hastaya belini daima sıcak tutması, açık pencere veya havalandırma önünde durmaması hatırlatılır.
6) Bel ve bacak ağrısı olan hastalar mutlaka stresten kaçınmalıdır. Stres ağrıyı arttırmak yanında bel fıtığının ilerlemesine de yol açabilir.
7) Hastanın evde kaldığı süre içinde yatak istirahati yapması önerilir. Çok sert zeminlerin sanıldığının aksine zararları daha fazladır. Kaliteli bir yaylı yatakta ve hastanın kendince en rahat edebildiği pozisyonda yatması daha uygundur.

Bel Fıtığı İlerlerse
Eğer yukarıdaki önerilere, istirahate ve kas gevşetici ilaçlara rağmen hastanın şikayetleri devam ediyorsa fizik tedavi uygulanmalıdır. Fizik tedavi mutlaka bir uzmanın denetiminde olmalıdır. Fizik tedavi sırasında ilk bir kaç gün ağrılarda artma olabilir, ama hasta on beş yirmi seans fizik tedaviye devam etmelidir.
Bel çektirme, akupunktur, bele balık bağlama, el masajı, zift yakma gibi yöntemler ancak istirahatle bile iyi olabilecek bel fıtıklarına fayda edebilir. Bu tip alternatif tedavi metotlarının amaçları fizik tedavide olduğu gibi kasları gevşetme esasına dayalıdır. Ama amacı dışında uygulanırsa bu metotlar faydadan çok zarar getirir.

Eğer yapılan tüm tedavilere rağmen hastanın ağrıları geçmemiş ise nükleoplasti metodu uygulanabilir. Nükleoplasti ileri dereceye ulaşmamış bel fıtıklarında fıtıklaşmış diske bilgisayarlı tomografi altında bir iğne ile girilerek radyofrekans dalgalarıyla diskin ısıtılması, diskin içindeki sinirlerin harap edilmesi ve diskin içinde boşluklar açarak fıtığın çökmesi esasına dayanır. Nükleoplasti tek seans olarak ve hastanede yatma gerekmeden uygulanan bir metottur. Herhangi bir riski yoktur, ama fıtığı tamamen yok etmesinin garantisi yoktur.

Ameliyat Gerektiren Durumlar
Fizik tedaviye rağmen hastanın ağrıları devam ediyorsa veya geriletilmeyen bir güç kaybı, bacakta incelme, dayanılmaz ağrılar varsa veya çekilen tomografi veya MR filmlerinde diskten bir parça koptuğu tespit edilirse çözüm cerrahi müdahaledir. Ameliyatla omurilikten çıkan sinirlere olan mekanik bası giderilmelidir. Eğer cerrahi müdahale yapılmaz ve sinire bası devam ederse hastada idrarını tutamama, seksüel gücün kaybı, ayaklarda felç gibi sorunlar gelişebilir.

Maalesef halk arasında ameliyat olursam sakat kalırım, uzun süre yataktan kalkamam, korse takmak zorunda kalırım veya fıtığım tekrarlar, tekrar ameliyat olurum gibi inanışlar mevcuttur. Ama mikrocerrahi sayesinde bu tip korkulara gerek kalmamıştır.

BACAK UYUŞMANIZI HAFİFE ALMAYIN!

BACAK UYUŞMALARININ NEDENLERİ
Bacaklardaki uyuşma, hastalık, bozukluk, bacaklara kan akışını kısıtlayan herhangi bir olay veya sinirlerin yaralanmasının belirtisi olabilir.

Geçici bacak uyuşmaları uzun süre bacak bacak üstüne atma veya bisiklet sürme sonrasında olduğu gibi sinirlere yapılan baskı sonrası oluşabilir. Bacak uyuşma spinal veya periferik sinir hasarına yol açabilen ciddi ortopedik koşullar ile ortaya çıkabilir.

Uyuşmanın bir yada iki bacakta oluşması doktorunuzun uyuşmanın altında yatan nedenini tanımlamanıza yardımcı olabilir. Her iki bacaktaki uyuşukluk çoklu skleroz yada pernisiyöz anemi gibi sistemik bir hastalığın bir belirtisi olabilir. Bir bacaktaki uyuşma ise alt omurga bölgesi içinde sıkıştırılmış bir sinirin göstergesi olabilir. Bazı durumlarda ise bacak uyuşmaları kısa sürede veya acil tıp ortamında değerlendirilmesi gereken ciddi veya hayatı tehdit eden hastalık veya durumun bir işareti olabilir.

Dolaşım ile ilgili nedenler
Bacaklardaki uyuşma, ilgili bölgeye dolaşımın sınırlanması sonucu oluşabilir. Bu duruma neden olan koşullar arasında;

* Arteriovenöz malformasyon
* Buerger hastalığı (arterler ve venlerde pıhtılaşma ve akut inflamasyon)
* Derin ven trombozu (akciğerde pulmoner emboli, kalp krizi hatta inmeye neden olan bacaktaki damarlardan bir pıhtının ayrılması)
* Frozbit veya aşırı soğuk
* Periferik arter hastalığı (arter duvarlarında yağ ve kolesterol birikmesi nedeniyle arterlerin daralması sonucu ekstremitelerde kan akışını sınırlayan periferik vasküler hastalık)

Ortopedik nedenler
Bacaklarda uyuşma, sinirlerin hasarına yol açan ciddi orta ortopedik koşullardan oluşabilir:

* Belde yaralanma
* Kemik kırıkları
* Dejeneratif disk hastalığı
* Fıtıklaşmış disk
* Çok uzun süre oturma kaynaklı sinir sıkışması ve sinirlere basınç
* Osteoporoz

Nörolojik nedenler
Sinir sıkışması veya hasar nedeniyle bacak uyuşmalara neden olan durumlar arasında;

* Alkolizm
* Bel veya boyun yaralanması
* Diyabetik nöropati (şeker hastalığı ile ilişkili yüksek kan şekeri seviyelerine bağlı sinir hasarı)
* Kurşun zehirlenmesi gibi ağır metal zehirlenmesi
* Hipotiroidi (tiroid)
* Multipl skleroz (beyin ve omuriliği etkileyen hastalık)
* Periferik nöropati (periferik sinir bozukluğu)
* Omurilik yaralanması veya tümör
* İnme
* Sistemik lupus eritematozus (vücudun kendi sağlıklı hücre ve dokularına saldırması)
* Transvers miyelit (omuriliğin nörolojik bozukluğuna bağlı iltihabı)
* Vitamin B12 eksikliği (pernisiyöz anemi gibi)

VARİS OLUŞUMUNU ENGELLEYİN!

Varis oluşumu genellikle genetiktir ve nesilden nesile geçer, genetik olmadığı durumlarda ise hamilelik, hormonlar, doğum kontrol hapları, egzersiz eksikliği ve obezite varise neden olurlar.

Doğum kontrol haplarından veya hormon replasman terapisinden kaçının
Eğer varis oluşumunuz başladıysa doktorunuzla ne gibi tedavi yöntemi seçenekleriniz olduğunu konuşun. Eğer hamileyseniz doğumdan sonra 6-8 hafta geçmesini bekleyin ve sonrasında tedavi yöntemlerini araştırın.

Düzenli egzersiz yapın
İyi bir kan dolaşımını desteklemek için spor yapmak şarttır. Gün içinde çok uzun süre oturmak ya da ayakta hareketsiz durmak varise neden olur. Bacak ve ayaklardaki kasları hareket ettirmek de varis oluşumunu engellemek için önemlidir. Kaslarınızı güçlendirmek için en faydalı egzersizler bisiklete binmek, yüzmek ve koşmaktır. Dinlenirkense, ayaklarınızın altına yastık koyabilir ve kalp seviyenizden yukarı kaldırabilirsiniz. Böylece zayıf damarlar ve yorgun bacaklar dinlenirler ve damarlara yapılan kan basıncı azalır.

Lif tüketin ve katı yağdan uzak durun
Lif açısından zengin bir beslenme planı ve katı yağ kullanmamak önemlidir. Çünkü katı yağ, kan dolaşımını yavaşlatır ve vücudun alt kısmındaki damarlara baskı yapılmasına neden olur. Baskı şişmelere ve zamanla varis oluşmasına neden olur. Ayrıca sağlıklı kilonuzu korumak da varis oluşumunu engellemeye yardım eder. A, C ve E vitamini açısından zengin besinler tüketin çünkü A vitamini kan damarlarını genişleterek oksijenli kanın damarlarda gezmesine yardımcı olur ve E ve C vitaminleri kan damarlarının güçlü olmalarını sağlar.

Varis çorabı giyin
Bu çoraplar varislerin oluşumunu geciktirirler. Ayak ve baldır kaslarını güçlendirerek kan dolaşımını destekleyen bu çorapları denemenizde fayda var.

Yukarıda size önerdiğimiz her şeyi uygulamanıza rağmen varis oluşumunun önüne geçememiş olabilirsiniz. Böyle durumlarda, basit tedavi yöntemleri mevcuttur ve acısızdırlar.

VARİS NEDİR? NEDEN OLUŞUR?

Varis, bacaklardaki toplardamarların genişlemesi, uzaması ve bükümlü bir görünüm kazanmasıdır. Kadınlarda görülüş sıklığı 3-4 kat fazladır. 30-40 yaşlarından sonra sıklık artar. Toplumun %2-%5’inde tedavi gerektiren varis hastalığı bulunmaktadır.

Varisin oluşma sebepleri

Bacakta toplanan kirli kanı, kalp ve akciğere taşıyan toplardamarlar (venler), derin ve yüzeysel olarak iki gruptur. Yer çekimine karşın kanın kalbe doğru gönderilmesi, bu damarları çevreleyen bacak kaslarının kasılarak kanı pompalaması ile sağlanır. Ayrıca bacak venleri içinde bulunan ve kanın geriye kaçmasını engelleyen kapakçıklar kanın taşınmasına yardımcı olurlar. Toplardamar sistemindeki tıkanıklık veya basınç artışları, içlerindeki kanın pompalanmasını güçleştirir. Bunun sonucunda, damarların içindeki kapakçıklar işlevini yapamaz duruma gelirler ve kan geriye kaçmaya başlar. Biriken kan yüzünden cilt altındaki venler genişler ve gözle görülür hale gelir. Buna varis adı verilir. Diğer bir varis nedeni ise, derin ve yüzeysel venler arasındaki birleştirici damarların yetersizliğidir.

Varis oluşumuna katkıda bulunan diğer faktörler şunlardır: ailevi yatkınlık, uzun süre ayakta çalışılan meslekler (örn: öğretmenlik, doktorluk), yaşlılık, aşırı şişmanlık, gebelik, doğum kontrol hapları, vb.

Varisteki şikayetler
Varis hastalarının ana yakınması görüntü bozukluğudur. Hastalık ilerledikçe ağrı, yanma, halsizlik ve kramplar ortaya çıkar. Zamanla bacaklarda şişkinlik, renk değişikliği, iltihaplanma görülebilir.

Varis tanısı ve tedavisi
Varis tanısı fizik muayene ile konulur. Ancak tedavi kararını etkileyecek en önemli tanı yöntemi renkli Doppler ultrason ile yapılan muayenedir.

Yakınması fazla olmayan hastalara varis çorabı önerilir. Varis çorabı, tedavi etmez, yalnızca ilerlemeyi durdurur. Çorap sabah giyilir, yatarken çıkarılır. Terleme, kaşınma ve alerjik döküntüye yol açabilir.

Diğer tedavi yöntemleri şunlardır:
Çapı 1 mm’yi geçmeyen kılcal varis tedavisinde “deri lazeri” uygulanabilir. Soğutulan deri üzerine lazer uygulanarak genişleyen damar yumağı 1-2 seansta ortadan kaldırılır.

Çapı 5 mm’in altındaki varisler için “skleroterapi” uygun bir yöntemdir. Genişlemiş damarın içine çok ince bir iğneyle girilir ve damarı kurutan bir madde enjekte edilir. Genellikle 2-3 seansta damar kurutulur.
      
Daha geniş varisler için son yıllarda “endovenöz lazer” ve “endovenöz radyofrekans” uygulamaları yapılmaktadır. Her iki yöntemin de prensibi aynı olup, genişlemiş damar içine ultrason yardımıyla ince bir katater yerleştirilir ve bu katater aracılığıyla lazer veya radyofrekans enerjisi verilerek damar kurutulur. Her iki yöntem de lokal anesteziyle yapılır. İşlem 30-60 dakika sürer. Nadiren ciltte yanıklar oluşabilir. Bu tedavilerden sonra hastanede yatmak gerekmez.

Bu yöntemlerin başarısız olduğu durumlarda cerrahi tedavi yapılır. Bacakta yaraların açıldığı ileriki aşamadaki hastaların tedavisi hastaneye yatırılarak yapılmaktadır.

Migreni Tetikleyen Faktörleri Mutlaka Okuyun

Migren en çok şiddetli baş ağrısı olarak bilinir ve bununla birlikte aslında daha pek çok belirtisi olan, karmaşık bir rahatsızlıktır. Baş ağrısı dışında ışığa, sese, kokulara karşı hassasiyet, bulantı, kusma ve görme bozuklukları gibi başka belirtilere de neden olur. Migreni olan kişiler migren atakları dışında bu belirtileri yaşamazlar. Ancak atak sırasında, karanlık bir odada birkaç saat boyunca uzanmaktan başka bir seçenek yok gibidir ve işte bu yüzden migren, pek çok kişinin kurtulmaya çalıştığı, gündelik hayatı aksatan ancak nedenleri ya da tedavisi hakkında bilimin henüz kesin olarak konuşamadığı bir hastalıktır.

Herhangi bir olay, fiziksel eylem, değişiklik ya da dış uyaran migreni başlatabilir. Bunlara tetikleyici denir. Tetikleyici kısa bir süre içinde 8 saate kadar varabilecek bir atak başlatabilir. Nelerin migren tetikleyici olduğunu belirlemek zordur. Migrene yatkın olan kişilerde hemen her şey bu sınıfa dahil olmak üzere şüpheliler listesindedir. Migreni olan kişiler başlıca tetikleyicilerin peynir, çikolata, asitli meyveler ve kırmızı şarap olduğu konusunda birleşirler.

Ancak migren, beslenmeye dikkat ederek kontrol altına alınabilecek kadar basit bir süreç değildir. Örneğin peynir bir gün migren başlatırken başka bir gün hiçbir etki yapmayabilir. Bunun nedeni, tetikleyiciler belli bir zaman içerisinde bir birikim oluşturur. Örneğin stres, yorgunluk, uykusuzluk, hormonlar, beyindeki kimyasal değişimler gibi başka tetikleyicilerin ve etkenlerin de zemin hazırlamasından sonra, bir gün bardağın taşıran damla peynir olabilir. Ama tek neden o değildir. Üstelik zaman içerisinde migren tetikleyiciler değişiklik de gösterebilir; bir tetikleyici etkisini yitirirken, yenileri ortaya çıkabilir.

Migrenin Nedenleri
Migrenin beyin kimyasallarındaki değişimlerden dolayı kaynaklandığı düşünülür. Migren atağı sırasında özellikle serotonin adlı kimyasalın seviyelerinde düşme gözlemlenir. Serotonin düzeyinin azalması beynin bir bölümündeki damarlarda kasılmaya ve daralmaya neden olabilir. Hemen sonrasında damarlar genişler ve bu durumun baş ağrısına neden olduğu düşünülür. Serotonin seviyesindeki düşüşün nedeni ise tam olarak açıklanabilmiş değildir.

Bazı bilim adamlarına göre, hormon seviyelerindeki değişimlerle migren arasında sıkı bir bağ vardır. Bazı migren hastası kadınlar, regl döneminde ortaya çıkan migren ataklarından şikayetçidir. Kadınlar adet olmadan hemen önce, östrojen hormonu seviyelerinde düşüş gözlemlenir. İlk adet gününden 2 ya da 3 gün sonra atak ortaya çıkabilir.

Migreni Tetikleyen Başlıca Faktörler

Günlük rutinde değişiklikler - uyku düzeninin bozulması ya da uzun yolculuklar gibi günlük yaşantıdaki değişiklikler bazı kişilerde migreni tetikleyebilir. Hatta tatile çıkmak gibi, gönüllü olarak yapılan ve stresten uzak bir değişiklik bile migren atağına neden olabilir.

Hafta sonu – pek çok kişi migren ataklarına hafta sonunda yakalandığını belirtir. Bunun açıklaması da, hafta içi ile hafta sonu arasında gündelik rutin arasında büyük farklılıklar olması olabilir. Sabah kalkma saatinden, yemek saatlerine, tüketilen kahve miktarına kadar pek çok şey, özellikle çalışanlar için hafta sonu değişiklik gösterir.

Stres – migren ve stres yakından ilişkilidir. Kaygı, heyecan ve şok gibi etkenler migren atağına zemin hazırlayabilir. Yine de bazı migren hastaları, stresli dönemi atlattıktan sonra migren atağının ortaya çıktığını belirtir. Stresli bir haftadan sonra, hafta sonu vücut rahatlama fırsatı bulduğunda atak görülebilir.

Uyku – çok az ya da çok fazla uyumak; kişiden kişiye değişmekle birlikte ikisi de migren tetikleyici olabilir.

Kafein – aynı gün içerisinde çok fazla kahve, kola ya da çay tüketilmesi migreni tetikleyebilir. Kahve alışkanlığı olan kişilerde ise, kafeinin aniden kesilmesi atağa neden olabilir.
Kadınlarda hormonal değişimler – kadınlarda ergenlikle birlikte başlayan ve regl döneminde tetiklenen migren ataklarına sık rastlanır. Menopoz, migren hastaları için zor dönemlerden biridir.

Çevre – hava değişimi, yüksek nem oranı, yüksek irtifa, gürültülü ortam, keskin kokular, sigara dumanı ya da titrek ışıklar migren tetikleyici olabilir.

Bilgisayar ekranı – uzun saatler boyunca bilgisayar başında oturmak migrene zemin hazırlayabilir. Migren hastaları sık sık mola vermeli, parlamayı önleyen ekranlar kullanmalı ve iyi ışıklandırılmış bir ortamda çalışmalıdır. Ayrıca bilgisayar başında doğru oturmak da kasların gerilmemesi için önemlidir. Kas gerginliği ile migren de yakından ilişkilidir.

Beslenme- yetersiz beslenme, aç kalma, şekerli atıştırmalıklarla açlığı geçiştirme gibi durumlar migrenin bilinen tetikleyicileridir. Açken düşen kan şekerinin, şekerli bir yiyecekle aniden yükseltilmesi migrene zemin hazırlar. Bazı yiyeceklerde bulunan kimyasallar da migren atağına neden olabilir. Aspartam, nitrat ve monosodyum glutamat en çok dile getirilen kimyasallardır. Yeterince su içmemenin ataklara neden olduğu kişiler de vardır.

Alkol ve peynir – şarapta bulunan tiramin maddesinin migrenle bağlantısı olduğu bilinmektedir. Aynı madde bazı peynir türlerinde de bulunur.

Fiziksel koşullar – kas gerginliği, sürekli öksürmek ya da baş yaralanmaları migreni tetikleyen fiziksel etkenler olarak bilinmektedir.

İlaçlar – uyku hapları, doğum kontrol hapları ya da bazı hormon tedavisi ilaçları migreni tetikleyebilir.

Kabızlık Neden Olur? Kabız Olmamak İçin Neler Yapılmalı?

Kabızlığın farklı nedenleri olabilir ama hiç de hoş olmayan karın şişliği ve karın ağrısı şeklindeki belirtileri değişmez. Kafeini fazla kaçırmak, yeterince su içmemek, hareketsizlik, protein ağırlıklı beslenmek ya da kullandığınız ilaçlar gibi pek çok neden kabızlığa neden olabilir. Kısaca nedir diye baktığımızda kabızlık, bağırsak hareketlerinin zorlaşması ve azalmasıdır. Bağırsak hareketlerinin sıklığı kişiden kişiye değişir. Çoğumuzun düşündüğünün aksine, her gün tuvalete çıkmadığımız takdirde bir sorun var anlamına gelmez.
Genellikle dışkılama sayısı haftada ikiye ve daha aza indiğinde bu durum kabızlık olarak adlandırılır. Kabızlık başka bir rahatsızlığın belirtisi olabilir ya da olmayabilir ancak kendisi bir hastalık değildir ve hemen herkesin başına gelebilir. Kabızlık yapısal bir sorundan çok bağırsakların işleyişindeki bir problemden kaynaklanır ve pek çok yaygın nedeni vardır.

Kabızlığın Başlıca Nedenleri

Yeterince Su İçmemek
Sindirim sırasında parçalanan yiyeceklerin suyu bağırsak tarafından emilir ve geriye posa kalır. Ancak bu suyun çeşitli nedenlerden dolayı emilmemesi nasıl ki ishale yol açar, vücutta yeterince su olmaması da kabızlığa neden olur. Vücudu susuz bırakmamak ve içinde kafein ya da alkol olmayan sıvıları bolca tüketmek bağırsaklara ve dışkıya da sıvı katacağından, dışkılamayı da kolaylaştıracaktır.

Bağırsaklardaki su emilmezse ishale yol açar dedik ancak bu çok su içmek ishale neden olur gibi yanlış bir şekilde algılanmasın. İshale yol açan sorunlar bakteri, virüs ya da çeşitli gıdaların dokunması gibi nedenlerden dolayı oluşur.

Beslenme Düzeninin Bozulması
Özellikle uzun yolculuklar sırasında, beslenme düzenimiz ve vücudumuzun alışık olduğu günlük rutin bozulduğu için bunun sindirim sistemine yansımasına da sık şahit oluruz. Yolculuk sırasında ve yolculuğun ardından gaz, şişkinlik ve kabızlık gibi şikayetler ortaya çıkabilir. Yolda yediklerimiz, uzun süre hareketsiz oturmak gibi etkenler hep kabızlık nedeni olabilir. Aynı şekilde uzun saatler boyunca çalışmak, yemek saatlerinin şaşması, hazır ve sindirimi zor gıdalar tüketmek kabızlık şikayetini beraberinde getirir.

Hareketsizlik
Tam olarak neden böyle olduğu bilinmese de hareketsizliğin kabızlığa yol açması, tıp dünyasınca kabul edilen bir nedendir. Örneğin bir kaza ya da hastalık nedeniyle uzun süre yatmak zorunda olan kişilerde ya da fiziksel aktivitenin sınırlı olduğu yaşlı kişilerde, yeterince hareketli olmamak kabızlığa neden olabilir. Düzenli egzersizin vücuda olan faydalarına sindirime yardımcı olduğunu da ekleyebilirsiniz.

Lifli Yiyecekleri Az Tüketmek
Lif oranı düşük ama yağ oranı yüksek peynir, yumurta, et gibi yiyeceklere beslenmenizde fazlaca yer veriyorsanız, bu durum sindirim sistemini yavaşlatabilir. Bu tip beslenme alışkanlıkları olanlar en azından bu yiyeceklerin yanında öğünlerine lif bakımından zengin brokoli, havuç, bezelye, domates gibi sebzelere ve yeşil salatalara da yer vermeli. Lifli yiyecekleri az tüketmek kabızlık şikayetine yol açan başlıca nedenler arasındadır. Lif bağırsaklarda katı ve kuru dışkı oluşmasını engeller.

Depresyon
Depresyon genel olarak vücudun normal işleyişinde bir yavaşlamaya neden olabilir ve buna bağırsak da dahildir. Depresyonla kolayca ilişkilendirilebilecek huzursuz bağırsak sendromu olan kişilerde de kabızlığa yatkınlık olduğu söylenebilir. Ayrıca depresyon nedeniyle antidepresan kullanan kişilerde, kullanılan ilacın yan etkileri arasında kabızlık da olabilir.

Stres
Stres altındayken çok azımız sağlığımıza dikkat ederiz. Yemek konusunda sağlıksız seçimler yapmak dışında vücudun stres altında olması hormonları, sinir sistemini ve dolayısıyla sinir sisteminden sinyaller alan sindirim sistemini de etkiler. Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde kabızlığa zemin hazırlanmış olur.

Dışkılamayı Ertelemek
Hemoroid nedeniyle ya da dışarıda tuvalete girmek istemediğiniz için sık sık dışkılamayı erteliyorsanız, bir süre sonra vücut bu ihtiyacı kendisi ertelemeye başlayabilir ki bu da kabızlık anlamına gelir.

Laksatif İlaçlar
Dışkılamayı kolaylaştıran laksatif ilaçlar farklı şekilde etki gösterirler. Bazıları dışkıyı yumuşatır ve bazıları da bağırsak hareketlerini arttırır. Bağırsak hareketlerini arttıran laksatifler uzun süre kullanıldıklarında, bağımlılık yaratabilir ve bağırsakta tembelliğe neden olabilir. Bu tip ilaçlarda doktorun önerdiği sürenin dışına çıkılmaması ve gelişigüzel ilaç alınmaması önemli sağlık sorunlarını engelleyecektir.

İlaçlar
Özellikle kuvvetli ağrı kesiciler, antidepresanlar ve demir hapları, bu ilaçları kullanan kişilerde kabızlığa neden olabilir. Bunun nedeni pek çok ilacın sindirim yolunda, mide bağırsak tarafından emiliyor olmasıdır. Kalsiyum ya da alüminyum içeren mide asidi ilaçları da (antiasit ilaçlar), idrar söktürücüler, yüksek tansiyon ve alerji ilaçları da kabızlığa neden olabilecek ilaçlar arasındadır.

Hipotiroid
Tiroid bezinin yeterince hormon üretmediği, hipotiroid rahatsızlığı, vücudun metabolizmasını yavaşlatır çünkü tiroid hormonları, metabolizmanın düzgün çalışmasını doğrudan etkiler. Hipotiroidi olan herkesin kabızlık sorunu yaşanacağı söylenemez ya da her kabızlık hip0tiroide işaret etmez. Ancak kabızlıktan şikayet eden gençlerde, tiroid kontrolleri yapılması sorunun kaynağının bulunmasına yardımcı olabilir.

Nörolojik Hastalıklar
Parkinson ya da MS (Multiple Skleroz) gibi nörolojik rahatsızlıklardan sindirim sisteminin de etkilenecek olması ve kabzılık görülmesi mümkündür. Bu tip nörolojik rahatsızlıklarda kabızlığın yanı sıra çift görme ya da yürüyüş bozukluğu gibi başka belirtiler de vardır. Ayrıca diyabet hastalarında kişilerin yiyecekleri sindirme kabiliyetini etkileyen bir sinir hasarı oluşmuş olabilir. Kabızlığın sürekli tekrar ettiği durumlarda kişiler, kan şekeri testi yaptırmayı düşünebilirler.

Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu
Huzursuz bağırsak sendromunun kişilerde neden ortaya çıktığı henüz kesin olarak bilinmemektedir. Bazen bir bağırsak enfeksiyonunu takiben görülebilir ama çoğu kez stres, kaygı ya da depresyon gibi psikolojik nedenlerin hastalığı tetiklediği düşünülür. Huzursuz bağırsak sendromunda karın ağrısıyla birlikte bağırsak hareketlerinde düzensizlik görülür. Bu rahatsızlıktan muzdarip olan kişiler kabızlık ve ishal arasında gidip gelirler.

Hamilelik
Hamilelik sürecinde hem hormonal değişiklikler hem de rahmin bağırsaklara baskı yapmasına bağlı olarak kabızlık görülmesi normaldir.

Doğum Yapmak
Hamilelik sırasında kabızlığın ortaya çıkması yaygın bir durumdur ancak doğum yaptıktan sonra da kabızlık sorun olmaya devam edebilir. Ağır işleyen karın kasları ya da doğum sırasında kullanılan uyuşturucu ilaçlar bu duruma yol açabilir. Ayrıca doğum sonrası perineal ağrılar nedeniyle dışkılamaya çekinen kadınlarda da kabızlık baş gösterebilir.

DİKKAT : Bu sitede yayınlanan her türlü bilgi, sadece bilgilendirmek amacı ile hazırlanmıştır. Bir sağlık profesyonelinin vereceği tavsiyelerin yerine kullanılamaz. Sizin gerçek fiziksel durumunuzu yansıtmıyor olabilir. Doktorunuza danışmadan bu sayfalardan edineceğiniz bilgileri herhangi bir rahatsızlığın teşhis veya tedavisinde kullanmayınız. Soru ve sorunlarınız için doktorunuza danışınız.