Genel Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

100 YAŞINA KADAR YAŞAMANIN SIRLARI

Uzun ömürlü olma konusunda en önemli ayırım noktası bu özelliğin genetik mi yoksa yaşam koşullarına mı bağlı olarak geliştiği... Kısa süre önce uzun ömürlü insanlar üzerinde inceleme yapan araştırmacılar ‘uzun yaşam geni’ bulduklarını müjdelediler. Bu kişilerin tümünde aktif olan ortak bir gen vardı ve bu genetik bilimi sayesinde diğer insanların da aynı şekilde uzun ömürlü olmalarını sağlamaya yarayacaktı. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek ama genetik bilimi önümüzdeki 50 yıl içinde insan ömrünü 100 yıla çıkarmayı hedeflemiş durumda.

Uzun yaşam uzmanları ise “İşin sırrı günlük alışkanlıklarımızda ve yaşantımızda. Genetik bilimine ihtiyacımız yok; bütün yapmamız gereken hayatımızı yaşlanmayı önleyen basit fakat akılcı yöntemlerle donatmak ve 100 senelik hayatın reçetesinin keyfine varmak” diyorlar. Hangisi doğru bilmiyoruz ama bildiğimiz şu ki; dünyada uzun yaşayan insanların belli yeme içme alışkanlıkları ve hayat biçimleri var. Bu bize rehber olacaktır...

Bundan sadece 100 sene kadar once ABD’de insanın ortalam yaşam süresi 47 seneydi. Günümüzde bu rakam ABD’de 80’e Türkiye’de ise 72’ye ulaştı. Bundan 50 sene sonra bu rakamın 100’e ulaşabileceğini düşünmek hiç de mantığa aykırı görünmüyor. En azından bilim çevrelerinde... Wikipedia’ya göre dünyada kayıtlara geçmiş en uzun yaşayan kişi Jeanne Louise Calment adında bir Fransız kadın: 122 yaşında ölmüş. Onun arkasından 120 yaşında ölen bir Japon ve 111 yaşında ölen bir ABD’li geliyor. 50’li yıllarda yüz yaşına kadar yaşayanların sayısı tüm dünyada sadece birkaç binken, günümüzde sadece ABD’de 96 binden fazla yüz yaşını aşmış kişi var. Dünya genelinde ise bu rakam 450 bin kişiyi aşıyor. 100 yaşını bulan bu kişilerin yüzde 85’i ise kadın. Uzun yaşamda önde olan ABD’nin arkasından 30 bin kişiyle Japonya geliyor. Nüfusa oranla en fazla yüz yaşını bulan kişi sayısı ise Fransa’da. “Kırmızı şarap, bol sarmısak ve espri anlayışı!” diyor Fransızlar işin sırrı nedir denildiğinde...

Yapılan hesaplara göre 2050 yılına kadar sadece ABD’de 6 milyon 100 yaşını bulan kişi olacak. Bunu en önemli sebeplerinden biri de tıptaki ilerleme olacak kuşkusuz. Çünkü önümüzdeki birkaç yıl içinde felç, diyabet, hemofili ve kalp krizi tarihe karışacak, 5 sene içinde 25 kanser türünün çaresi bulunacak. 2025’de yüksek tansiyon, zihinsel bozukluk, kalıtımsal hastalıklar ve kan kanseri tarihe karışacak. 2050’de ise AIDS tarihin tozlu sayfalarına gömülüp gidecek! Ne kadarı gerçek olur bilemiyoruz ama kulağa çok güzel geldiği muhakkak!

Daha da ilginci gelecekte 74 yaşındaki bir kişi 45’inde görünecek. Kadınlar 60’ından sonra anne olabilecek. Madem bilimsel olarak insan yaşamı 120 sene, bunun örnekleri yok mu derseniz, var elbette... Örneğin Gürcüler’in süt ve yoğurt mamüllerini tüketerek 120 yaşına kadar yaşayabildiği söyleniyor. Yalnızca Gürcüler değil o coğrafyadaki pek çok bölgede durumun benzer olduğu biliniyor. 120 olmasa bile 100’ü gören çok sayıda insan yani...

“İyi beslen az beslen!”

Peki biraz daha gerçekçi olursak eldeki koşullarda uzun yaşamın sırrı için uzmanlar neler söylüyor? “İyi beslenme ve az beslenme!” listenin birinci kuralı. Yaşlanmayla gelen hastalıklar (tümörler, kalp rahatsızlıkları, diyabet vs.) ciddi şekilde diyet yaparak beslenen insanlarda 3 kat daha az görülüyor. Bu kişilerde ilerleyen yaşa rağmen kas sağlığının da korunduğu dikkati çekiyor. Beyin fonksiyonları da şaşırtıcı derecede iyi kalıyor; hafızanın aktifliği ve problem çözme kapasitesi diyet yapmayanlara oranla çok farklı bir tablo sergiliyor. Diyetten kastedilen ise doğrudan kalori kısıtlaması! Yani bu kişiler az kalorili besleniyorlar ve yemek yemek onlar için tıka basa doymak değil; aksine öğünü hafif aç olarak bitirmek.

İŞTE UZUN YAŞAMANIN SIRLARI!

- Düzenli spor yapmak: Özellikle de açık havada yürüyüş türü sporu günlük yaşamın parçası haline getirmek.

- Düzenli uyku uyumak: Tıpkı doğada olduğu gibi gün karardıktan sonra olabildiğince erken saatte uyuyup sabahları da gün doğarken uyanmak.

- Kırsal ve yüksek yerde yaşam: Yapılan araştırmalar yüz yaşına ulaşan insanların çoğunlukla kırsal kesimlerde ve yüksek bölgelerde yaşadığına işaret ediyor. Denizden yüksekliğin arttığı bu bölgelerde oksijenin daha fazla olması ve sanayi tipi kirlenme olmaması uzun yaşamın sırlarından olarak kabul ediliyor.

- Meditasyon ile zihinsel olarak rahatlamak: Bunun ille de meditasyon olması gerekmiyor, sevilen ve kişiyi ruhsal olarak rahatlatan bir aktivitenin günlük yaşamın parçası olması önemli olan.

- Evlilik: Mutlu bir evlilik ölüm riskini yüzde 27 azaltıyor.

- Düzenli bir cinsel yaşantı: Burada söz konusu olan; elverdiğince sevgi ve güven ortamında, tek eşli bir cinselliği bütün ömre dengeli bir şekilde yayabilmek. Düzenli bir cinsel yaşam insan ömrüne 7 yıl katabiliyor.

- Çocuklar: Çocuğu olan kadınların 100 yıl yaşama şansı diğerlerine göre 4 kat daha fazla. Bu arada annesi 25 yaşının altında doğum yapan çocukların 100 yaşına kadar yaşama şansı ise iki kat fazla.

- Arkadaş ve sosyal ilişkiler: Sağlıklı bir arkadaş ortamı yaşam süresini yüzde 22 oranında uzatıyor.

- Bulmaca: Düzenli olarak bulmaca çözenler daha uzun ve sağlıklı yaşıyor.

- Gazete ve kitap okumak: Her gün gazete veya kitap okumak beynin daha aktif kalmasını sağlıyor.

- İnternet: İnternet kullanmak insanların karmaşık sorun çözme becerisini arttırıyor.

- Hayvanlarla ilişkiler: Evcil hayvanlarla olan ilişkiler kalp krizini atlatma olasılığını yüzde 12 arttırıyor.

- İnanç: Düzenli ibadet edenler diğerlerine göre 5 yıl daha fazla yaşıyor.

- Kariyer: İşini severek yapanlar diğerlerine göre ortalama 7 sene daha uzun yaşıyor.

Bunlar arasında en önemlisi hangisi derseniz, cevap; beslenme!

İşte uzun yaşamı hedefleyen bir beslenme programı: Yetişkin bir kadın 160 ila 200 gram, erkek ise 250-300 gr karbonhidrat tüketmeli. Buğday unu ve şekerli gıdaların tüketimi azaltılmalı. Günde 2000 kalorilik bir beslenmenin 600 kalorisi ( 67 gramı) yağdan oluşabilir. Ancak doymamış yağların tercih edilmesi gerekiyor. Bunun için tereyağı, yağlı süt ürünleri, derisi soyulmamış tavuk, yağlı et ve çekirdek yağlarından yapılmış ürünlerin tüketimini azaltılmalı. Günlük beslenmede fındık fıstık ve cevize mutlaka yer verilmeli. Günlük protein alımı 80 ila 120 gr arasında tutulmalı. Hayvansal protein tüketimi azaltılmalı. Yağlı balık veya yağı azaltılmış süt ürünlerini tüketmekte sakınca yok. Sebzelerdeki proteinlerden yararlanmaya gayret edin. Baklagiller ve soya fasulyesi protein açısından çok zengin. Her gün 40 gram lifli gıda tüketmeye özen gösterilmeli. Bu da bol ve her renkte sebze ve meyveyi bol bol yiyin demek oluyor. Her gün düzenli olarak su içmeyi ihmal etmemeli. Bunun ölçüsü de idrarınızın açık sarı olması şeklinde belirtiliyor.

Yüzyılı geride bırakanlarla konuşulduğunda ortak bir payda ortaya çıkıyor: Akılcı seçimlerle şekillenen bir yaşam tarzı. İşte o yaşam biçiminin olmazsa olmazları:

- Doğru beslenme: Az ve öz yemek yemek. Sık sık ve küçük miktarlarda doğru besinleri yemek.

- Gamsızlık: Uzun ve sağlıklı yaşayan insanlara baktığımızda bu insanların biraz ‘gamsız’ dediğimiz türden ve neşeli insanlar oldukları görülüyor. Bu kişiler büyük üzüntüler bile yaşasalar atlatmayı, hayattan yine zevk almayı başarıyorlar. Stresi azaltıp hayata olumlu bakmak ve geniş bir yapıya sahip olmak kalp hastalığı riskini yüzde 50 azaltıyor. Bu tip insanların 100 yaşına ulaşmaları olasılığı diğerlerinden 3 kat fazla.

- Gülmeyi sağlayan eğlenceli aktiviteler: Eğlenmek ve gülmek stres hormonu seviyesinin azalmasına neden oluyor. Komedi filmleri bu seviyeyi ciddi şekilde azaltıyor!

- Sigaradan ve alkolden mümkün olduğunca uzak durmak.

- Fazla kilolardan kurtulma, ömür boyu belli bir kiloda kalmayı başarmak.

YÜZME HAVUZLARINDAN BULAŞABİLEN HASTALIKLAR

CİSED'in yaz önerileri: Açıklamalarıyla ve anket çalışmalarıyla gündem yaratan ve Türkiye'nin en çok konuşulan sivil toplum kuruluşlarından birisi olan Cinsel sağlık Enstitüsü Derneği-CİSED; bunaltıcı sıcakların başlayacağı yaz günlerinde vatandaşlarımızı girilen havuzun veya denizin temizliğinden emin olunması konusunda uyardı ve su sirkülasyonu fazla olan havuzların tercih edilmesini önerdi.

Havuzdan bulaşan hastalıklar nelerdir? 

Sıcak ile artan terlemenin yaz aylarında mantar  üremesini kolaylaştırdığına dikkat çeken CİSED Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe; “Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan havuzlardan bulaşanlar arasında genital mantar enfeksiyonları,bakteriyel vajinit, molluscum cantagiosum ve trikomonas enfeksiyonları sıklıkla görülür.Ayrıca iyi temizlenmeyen havuzlardan tifo, hepatit A ve E, cryptosporidum, kolibasili,giardia, shigella, dizanteri ve paratifo gibi ateşli ishal yapan mikroplar, göz, kulak, burun, boğaz enfeksiyonları ile mantar, uyuz, impetigo gibi deri hastalıkları da bulaşabilir” dedi.
   
Havuzlar Bu mikropların üremesini önlemelidir.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan havuzlardan veya denizlerden en fazla bulaşan hastalığın genital mantar enfeksiyonları olduğunu söyleyen CİSED Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe; “Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan bir kısmı özellikle toplu havuzlardan yaygın olarak bulaşabiliyor.

Tehlikeli olabilir.
Havuz veya deniz sefasının hastanede bitmemesi için CİSED olarak vatandaşlarımızı girilen havuzun temizliğinden emin olunması konusunda uyarıyoruz ve su sirkülasyonu fazla olan havuzların tercih edilmesini de öneriyoruz. Çünkü yeterince temizlenmeyen havuzlar ve kirlilik seviyesi yüksek sahiller tehlikeli olabilir” dedi.

Havuzdan bulaşan hastalıklar nelerdir?

Sıcak ile artan terlemenin yaz aylarında mantar üremesini kolaylaştırdığına dikkat çeken CİSED Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe; “Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan havuzlardan bulaşanlar arasında genital mantar enfeksiyonları, bakteriyel vajinit, molluscum cantagiosum ve trikomonas enfeksiyonları sıklıkla görülür.Ayrıca iyi temizlenmeyen havuzlardan tifo, hepatit A ve E, cryptosporidum, kolibasili, giardia, shigella, dizanteri ve paratifo gibi ateşli ishal yapan mikroplar,  göz, kulak, burun, boğaz enfeksiyonları ile mantar, uyuz, impetigo gibi deri hastalıkları da bulaşabilir”  dedi.

Denizler daha güvenli

Denizde mikrop kapmanın havuzlara oranla daha zor olduğunu söyleyen CİSED Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe; “Deniz suyu tuzlu olduğu için mikropların yaşaması daha zordur.Ama kirli, yüzeyi köpüklü ve yeşil görünümde olan denizlerde yüzmeyin. Ancak havuzlara bu anlamda daha çok dikkat etmek gerekir.Çünkü havuzlar durağan sular olması nedeniyle kolaylıkla kirlenebilir ve mikrop üremesi daha kolaydır ve mikropları kontrol altına almak için hijyen kurallarına çok dikkat edilmelidir” dedi.
Islak mayo ile oturmayın, mutlaka kurulanın.

Havuzlardan veya denizden bulaşan genital enfeksiyonların bazı küçük önlemleri göz ardı etmeden kaynaklandığının altını çizen CİSED Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe; “Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan havuzlardan bulaşanlar daha çok ıslak mayoyla beklemek, yeterince kurulanmamak, üşümek, sık çamaşır değiştirmemek, temiz olmayan havuzların ve hijyenik olmayan tuvaletlerin kullanılması, naylondan imal edilmiş ve dar olan kıyafetlerin kullanılması ile korunmasız ilişki şeklinde genital floranın dengesinin bozulmasıyla oluşur. Çünkü bu enfeksiyonların yerleşmesinde nem çok önemlidir. Islak ve nemli ortamlarda vücudumuzda zaten var olan ama yeterli nemi ve ıslaklığı bulamadığı için şikayet yaratmayan mantarlar, üremelerini artırarak kaşıntı, peynir kesiği tarzında beyaz akıntı, kızarıklık, genital bölgede yanma ve tahriş hissi meydana getirirler. Bakteriyel vajinitte ise sarı-gri veya kirli beyaz renkte kokulu akıntı ve cinsel ilişkide acıma olur. Trikomonas ise çok yoğun sarı-yeşilimsi bir akıntı yapar. Molluscum cantagiosum ise genital bölgede küçük yuvarlak siğiller oluşturur” dedi.

CİSED'in yaz önerileri
Suya girmeden önce duş alarak vücudu iyice temizlemenin çok önemli olduğuna dikkat çeken CİSED Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe; alınacak basit tedbirlerle vatandaşların bu hastalıklardan korunabileceğini belirterek, havuzlarda veya denizde bulaşıcı hastalıklardan korunmak için aşağıdaki önerilerde bulundu.

"CİSED olarak hijyen için periyodik kimyasal ve fiziksel temizlik işlemlerinin ihmal edilmediği yüzme havuzlarının tercih edilmesini öneriyoruz. Yüzme havuzunda normal klor seviyesi 0,8 mg/lt düzeyinde olmalı ve çok iyi çalışan bir filtreleme sistemi bulunmalıdır. Ayrıca hepatit A ve B aşısı olmayan çocukların havuzlara gönderilmemesini de tavsiye ediyoruz. İşletme sahipleri kadar vatandaşlarımızın da kendilerine dikkat etmesi gerekir. Bu bağlamda vatandaşlarımıza önerilerimiz şunlardır:  

Havuz kenarlarında yiyecek yemeyin ve sigara içmeyin. Ateşli hastalık yada ishal geçirirken havuza girmeyin.Bone kullanın. Suya tükürmeyin. Islak mayoyla oturmayın. Yeterince kurulanın. Sık çamaşır değiştirin. Temiz ve hijyenik olmayan tuvaletleri kullanmayın. Naylondan imal edilmiş ve dar olan kıyafetleri kullanmayın. Korunmasız cinsel ilişkiye girmeyin. Havuz bölgesine ayakkabıyla veya dışarıda giyilen terliklerle girmeyin. Ayaklarınızı antiseptik suya batırarak dezenfekte edin. Havuzda su yutmamaya dikkat edin. Kulak enfeksiyonlarına karşı kulak tıkacı kullanın. Suya atlarken burnunuzu tutun. Cildinizde sıyrık yada kesik varsa yüzme sonrasında su ve sabunla temizleyin.Göz enfeksiyonlarını önlemek için su altı gözlüğü veya maskeleri kullanın. Çocukların havuzlara tuvaletini yapmalarını engelleyin. Lağım karışan alanlara yakın bölgelerdeki denizlere ve şiddetli yağmur suyunun havuz suyuna karıştığı anda ve sonrasında  yüzmeyin”  dedi.

SARI KANTARONUN FAYDALARI VE ZARARLARI

Günümüz hayat şartlarının ağırlaşması insanları daha fazla sağlıksızlığa ve ömür kısalığına doğru itiyor. Artan sıkıntı, stres ve gergin olma hali insanların yaşam kalitesini düşürerek kalıcı depresyonlara yol açıyor. Uzmanlar tarafından çoğu hastalığın kaynağı ise depresyon olarak gösteriliyor. Artan depresyona bağlı olarak insan soluğu hastanede, devayı da ilaçlarda aramaktadırlar. İşte, tam da bu noktada Hızır gibi imdadınıza şifalı bitkiler yetişmektedir. Şifalı bitkilerin vazgeçilmez üyelerinden olan sarı kantaron, sinirlilik, uykusuzluk, orta ve hafif dereceli depresyonda bire bir etkiye sahip. Eğer bu gibi ön plana çıkan sorunlardan muzdaripseniz sarı kantaron otu yüzleşmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz. Kullanımınızın sonuçlarını 4 hafta gibi kısa sürede göreceksiniz. Sarı kantaron mutluluk hormonu olan "serotonin" miktarını artırarak huzur verici etkiye sahip olduğu belirtilmektedir.

SARI KANTARON NEDİR?
Sarı kantaron yurdumuzun bazı bölgelerinde binbirdelik otu, kan otu, yara otu ya da kılıç otu olarak da bilinmektedir. Kılıç otu denmesinin bir öyküsü bulunmaktadır. Osmanlı ordusu savaşa çıkarken yanlarına, kılıç yaralarının daha çabuk iyileşmesi için sarı kantaron yağından alırlarmış. O günden günümüze bazı bölgelerde kılıç otu olarak bilinmektedir. Hypericaceae ailesine mensup olan sarı kantaronun bilimsel adı olan sarı kantaron, adından da anlaşılacağı üzere sarı renkte ve 5 tane taç yaprağı olan çiçekleri bulunan, çalı formunda ve çok dallı bir bitkidir. Çiçekleri sıkıldığında ya da zeytinyağında bekletildiğinde kırmızı renkli bir sıvı salgılamaktadır. Dünyanın neredeyse her bölgesinde yetişebilme yeteneğinde olan sarı kantaron, Ortaçağdan beri şifa verme amaçlı kullanılmaktadır. Bitkinin çiçekleri Temmuz - Eylül döneminde belirginleşmekte ve bitki 25 ile 60 cm. ye kadar uzayabilmektedir.  Sarı kantaronun yurdumuzda 70 kadar türü yer almaktadır.  Hypericum perforatum

İÇERİĞİNDE NELER VAR?
Bileşimindeki en önemli ve şifa veren madde "Hypericin" dir. Buna ilaveten,
Hiperforin, biapigeninler, ksantonlar, kersitrin, C vitamini, resin, tanen, carophyllene, pinene, limonene, myrcene, flavonoids, quercitrin, quercitin, rutin, karoten içermektedir.      
                      
NASIL KULLANILIR?
Sarı kantaron çayı yapılarak ya da eczanelerde satılan kapsülleri kullanılarak istifade edilebilir. 300 mg. Olan kapsüllerin günde 3 kez alınması tavsiye edilmektedir. Bu şekilde kullanıma 4 ile 8 hafta arasında devam edildiğinde etkisi gözlemlenebilmektedir. Kapsüller doğal oldukları için herhangi bir yan etkiye sahip değillerdir. Sarı kantaron bitkisinden sarı kantaron yağı da elde edilmektedir. Bu yağ, şifa amaçlı kullanılabilmektedir.

Sarı Kantaron Çayı nasıl hazırlanır?
Bir su bardağına bir tutam kadar sarı kantaron otu konarak üzerine kaynamış su ilave edilir. Yaklaşık beş dakika kadar demlendirildikten sonra içilir. Günde 3 bardak tüketilmesi önerilmektedir.

Sarı Kantaron Yağı nasıl çıkarılır?
Toplanan sarı kantaron çiçekleri eskiden beri zeytinyağında bekletilmektedir. Bir şişeye çiçekler ilave edilir, üzerine de zeytinyağı konur. Şişenin ağzı kapatılarak sıcağa yakın ılık bir yerde bekletilir. Yağın renginin kırmızıya döndüğünü göreceksiniz. Kırmızıya döndükten sonra süzülür ve bozulmaması için koyu renkli şişe ya da kaplarda muhafaza edilir. Çiçeklerin güneşte toplanmasına dikkat edilmelidir.

Sarı Kantaron Tentürü nasıl hazırlanır?
Güneşte toplanan yaklaşık iki avuç kadar sarı kantaron çiçeği 1 litre kadar elma sirkesine konulup üç hafta boyunca bekletilir. Mayalanma işleminin soğuk değil de sıcak bir yerde olmasına özen gösteriniz.

SARI KANTARONUN FAYDALARI NELERDİR?

* Sarı kantaron doğal bir antidepresandır.

* Almanya, sarı kantaronun, anksiyeteye(kaygı, korku, gerginlik, sıkıntı hali) iyi geldiğini onaylamıştır.

* Kişideki uyku sorunlarına iyi gelir.

* Regli dönemi öncesindeki ağrıları giderir. Adet görmedeki düzensizlikleri düzene sokar.

* Menopozdaki kadınlar için ideal bir destek bitkidir.

* Virüslere karşı etkilidir.(Antiviral)

* Karaciğer ve safra kesesini kuvvetlendirir.

* Sarı kantaron yağı, kas ağrısı, siyatik ve yumuşak doku romatizması için dıştan kullanılır. Özellikle sırt ve bel ağrıları için ideal bir yağdır. Bunun yanında sarı kantaron yağı, yanıklarda, haşlanmalarda ve güneşin neden olduğu yanıklarda olumlu sonuçlar vermektedir. İyi bir yara iyileştiricidir.

* İltihap giderici özelliği vardır.

* Sarı kantaron, alkolün neden olduğu el ve ayak titremelerinde iyileştirici özelliği bulunmaktadır.

* İshale(diyare) karşı iyi gelen bir bitkidir.

* Gelişme çağındaki genç kızların cinsel uzuvlarının gelişmesine yardımcı olur.

* Sarı kantaron çayı uykuda altını ıslata kişilerde olumlu sonuçlar vermektedir. Uzmanlar bu problemim büyük çoğunluğunun ruhsal gerginlikten kaynaklandığını bildirmektedirler.

ÖNEMLİ NOT: Aşırı derecede fazla tüketim yan etkilere neden olabilir. Bu yan etkilerden bazıları cilt döküntüleri ve ışığa karşı duyarlılıktır. Açık tenli kişilerde ışığa karşı hassasiyet oluşabilir.
Bir diğer önemli uyarı ise gebe ve emzikli annelerin kullanmamaları yönündedir. Sarı kantaronun diğer sentetik olan antidepresan ilaçları ile birlikte alınmaması tavsiye edilmektedir. Çocuklarda kullanım için ise doktorunuzdan onay almalısınız.

Bunlara ilaveten sarı kantaronu, hipertansiyonu olan hastalar kesinlikle kullanmamalıdırlar.

GÜNEŞ YAĞLARI D VİTAMİNİ ALMAYA ENGEL Mİ?

Güneşten nasıl korunmamızın ve kötü etkilerinin yanı sıra güneşin olumlu etkilerinden biri olan D vitamini alımı da sağlığımız açısından oldukça önemli bir konudur.

Güneşten nasıl korunabiliriz? 

Yaz aylarında saat 11 ile 15 arasında güneşten korunmasız dolaşılmamalı, plajda bulunulmamalı ve denize girilmemelidir. Mutlaka koruyucu özellikte geniş kenarlı şapka, kenarları da kapalı koyu renk gözlük kullanılmalı; dışarıda bulunmak zorunlu ise gölgede oturulmalı ve uygun giysilerle vücut korunmalıdır. Bu önlemlere rağmen bir miktar güneşe maruz kalınması kaçınılmazdır. Güneş ışınları sudan, kumdan ve kardan yansıyabilmekte ve bulutlu havalarda dahi yeryüzüne ulaşarak deri rahatsızlıklarına neden olabilmektedir. Bu nedenlerle ek korunma önlemlerinin yanısıra, güneşten koruyucu kremlerin kullanımı önem taşımaktadır. Güneşten koruyucu kremlerin düzenli kullanılması ile deri kanserleri azalma göstermektedir. Bu kremler ayrıca en önemli anti-aging kozmetiklerdir.

Güneşten koruyucu krem nasıl seçilmeli ve nasıl kullanılmalıdır?

Güneşten koruyucu kremlerde markadan ziyade koruma faktörü ve uygulama sıklığı önemlidir. Bu kremlerin koruma faktörü (SPF) adı verilen numaraları vardır. Etkili bir korunma için numarası 15'ten büyük olan güneşten koruyucu kremler tercih edilmelidir. Yüz için tercihen faktör 30 ve yukarısı daha uygun olur. Bu kremler dışarı çıkmadan yarım saat önce tüm açık bölgelere (yüz, boyun, dudaklar, kulak üstleri, boyun ve erkeklerde saçsız kafa derisi de dahil) sürülmeli, 4 mevsim boyunca ve hayat boyu kullanılmalıdır. Bu kremlerin etkinliği terleme, sürtünme ve denize girip çıkma ile azalmaktadır. Kış aylarında günde 1-2 uygulama yeterli olabilmekle birlikte, dağda kayak sırasında ya da yaz aylarında 2 saatte bir veya ihtiyaca göre daha sık uygulama gereklidir. Suya dayanıklı olan ürünlerin tercih edilmesi önerilebilir, ancak bunlarda dahi gün içinde tekrarlama gerekmektedir. Güneşten koruyucu kremler "güneş altında daha uzun süreli kalabilme" amacı ile kullanılmamalıdır. Camdan ultraviyole ışınları geçebildiğinden bu kremler balkonda ve pencere önünde otururken dahi kullanılmalıdır.

Güneşten koruyucu kremler kaç yıl dayanır?

Güneşten koruyucu kremlerin raf ömürleri kabaca 3 yıldır. Son kullanım tarihini aşmış veya 3 yılı aşkındır kullanılan güneşten koruyucular etkili korunma sağlamayabilirler. Bu tür kremler yeni tarihli ürünlerle değiştirilmelidir. Güneşten koruyucu kremlerin direkt sıcağa maruz bırakılmaları, güneş altında kalmaları da etkinliklerini azaltmaktadır.

Güneşten koruyucu kremler deride vitamin D yapımına engel olur mu?

Güneş ışınları derimizde vitamin D yapımında kullanılmaktadır. Ne kadar yüksek koruma faktörlü olursa olsun, ne kadar sık uygulanırsa uygulansın tüm güneşten koruyucu kremler bir miktar güneş ışınının derimize geçişine izin vermektedir ki bu miktar vitamin D yapımı için yeterlidir. Ayrıca vitamin D besinler yolu ile de yeterince alınmaktadır. Bu nedenle güneşten koruyucu kullanımı ile pratik olarak vitamin D eksikliği gelişimi söz konusu değildir.

D VİTAMİNİ VE GÜNEŞ

D vitamini güneş cildimize değdiğinde ciltte yapılmaya başlanıyor. Doğal olarak D vitamini içeren yiyecekler çok fazla olmadığı için, eksiklik durumunda mutlaka ek vitamin olarak alınması gerekiyor. Kılıç balığı, somon, sardalya ve yumurta sarısında D vitamini var. İçine D vitamini eklenen sütler ve kahvaltı gevrekleri de D vitamini kaynağı olabilir.

Anne sütü alan bebeklerin doğumdan hemen sonra 400 IU D vitamini almaya başlaması gerekiyor. Günde 800 ml den fazla mama veya inek sütü tüketene dek bu takviye devam etmeli. Daha büyük çocuklarda ve adolesanlarda 600 IU/gün gerekiyor.

D Vitamini Seviyesi Şu Faktörlerden Etkileniyor:

1.   Yaşadığınız yer. Ekvatordan uzaklaştıkça, kışın yeryüzüne ulaşan  UV B  azalıyor. Istanbul ve Antalya ‘da yaşayanlar arasında bu açıdan fark var. Günlerin kısalığı, vücudun kalın giysilerle tamamen kapanması da UV B alımını azaltıyor. ‘Çocuğumu her gün parka çıkarıyorum, D vitamini vermesem olmaz mı’ diyenlere, kışın cevabımız ‘vermeye devam edin’ oluyor.

2.   Hava kalitesi. Fosil yakıtlar, yani kömür, odun, gibi maddelerin yanmasıyla havaya karışan karbon, UV B ışınının dağılmasına ve cilde etkisinin azalmasına neden oluyor. (Bu arada normalde  ozon tabakası  UV B yi emiyor ama  karbon kirliliği çok arttığında oluşan ozon delikleri daha çok UV B nin yeryüzüne geçmesine neden oluyor. Kanser için kötü, D vitamini için iyi haber)

3.   Güneş kremi kullanımı.  Yanmamak için sürdüğümüz bu kremler UV B ışınını engeller ve teoride  D vitamini sentezini azaltırlar. Ancak UV B yi tamamen bloke etmek için devamlı kremli olmak gerekir.  Yani pratikte, mutlaka kremsiz dolaştığınız zamanlar vardır ve deriniz D vitaminini yapar.  Güneşli günlerde yine de güneşten koruyucu kreminizi asla ihmal etmeyin. Bulutlu bir günde UV enerjisi yüzde 50 azalır.  UVB camdan geçmez. Camın arkasından D vitamini sentezi olamaz.

4.   Ten rengi. Cilde rengini veren melanin de UVB nin  D vitamini yapımını engelleyebilir. Bu yüzden koyu ten rengi olan insanların aynı miktarda D vitamini yapmak için daha çok UV B ışınına gereksinimleri vardır.

5.   Kilo. Vücuttaki yağ, aslında D vitamini deposudur. Aşırı kilolu olunan durumlarda D vitaminin kullanılırlığı azalabilir.

İDEAL TANSİYON DEĞERLERİ

Tansiyon en kaba haliyle kanın damarlara uyguladığı basıncın ölçüsü demektir. Sağlıklı bir yaşam için sık sık duyduğumuz ve takip edilen bir sağlık ölçü birimidir. Bir çok rahatsızlığın habercisi olan tansiyon hakkında bilmemiz gerekenler:

Büyük tansiyon
Kalp kasıldığı anda atardamarların içine doğru kanı belirli bir basınçla pompalar. O anda damar içindeki basınç maksimum düzeye ulaşır. Bu düzeye büyük tansiyon (tıp dilinde sistolik) denir.

Küçük tansiyon
Kalp gevşer ve damar içine pompolanan kan durur. Damarın elastikliği devreye girer. Daha önce genleşmiş olan damar, kana basınç uygulayarak kalbin gevşemesi anında da kan akımını sağlar. Bu esnada oluşan en küçük basınca küçük tansiyon (tıp dilinde diastolik) denir.

İdeal tansiyon değerleri
Tansiyon değerleri kişinin özelliklerini göre farklılıklar gösterebilir. Ancak yetişkinler için en geçerli tansiyon değerli şunlardır:

Büyük tansiyonda 120-140 (halk arasında 12, 13, 14 diye tabir edilen ölçüler), küçük tansiyonda ise 70-90 (halk arasında 7, 8, 9 diye tabir edilen ölçüler). Bu aralıklarda çıkan tansiyon ölçülerine bakarak, kişinin büyük ve küçük tansiyonunun normal değerlerde olduğu söylenebilir.

Düşük Tansiyon Değerleri
Büyük tansiyon için 80-110 (8, 9, 10, 11), küçük tansiyon için 40-60 (4, 5, 6) değerleri ve daha düşük değerler düşük tansiyon değerleridir.

Yüksek Tansiyon değerleri
Büyük tansiyon için 150-260 (15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26), küçük tansiyon için 100-130 (10, 11, 12, 13) değerleri ve daha yüksek değerler yüksek tansiyon değerleridir.

TER KOKUSUNA DOĞAL ÇÖZÜMLER

Yaz aylarının kavurucu sıcaklarında hepimizin terlemesi ve kokması doğal ve beklenen bir olay olmasına rağmen yine de her seferinde terlemekten ve terimizin kokmasından şikayet eder dururuz. Terlemek hadi yine neyse de, ya terin kokusunu ne yapacağız? Sürekli duşa girmekten, kıyafet değiştirmekten bıkarken, dışarıdayken biriyle konuşmaya, selamlaşmaya ve öpüşmeye bile çekinir olduk.

Sıcaklarda ter kokusunu önlemek için bitki uzmanları doğal çözüm önerileri sunuyorlar. Ter kokusuna bitkisel çözüm arıyorsanız yapacaklarınız oldukça basit hanımlar ve beyler. Karbonat, mısır unu ve adaçayı gibi gıdalarla terlemenin neden olduğu kokuyu ortadan kaldırmanız mümkün.

Ter Kokusunu Önleyen Doğal Yöntemler

Adaçayı

Bu bitki oldukça popüler bir ter önleyicidir. (antiperspirant). Adaçayı yağı tentür ve çay poşetleri kolay bulunur. Tentür ile sulandırılmış yağı yüz ve genital bölgeleriniz hariç terleyen bölgelerinize doğrudan sürün. Çay olarak da içebilir ya da terleyen bölgelerinizi bununla yıkayabilirsiniz. Hamile kadınlar çayını içmemeli ya da tentür kullanmamalı.

Karbonat-Mısır Unu

İster banyodan sonra ister günün herhangi bir saatinde hatta baktınız ter içindesiniz hemen parmak uçlarınızı biraz ıslatıp karbonata veya mısır ununa az batırın öyle bolca almanıza gerek yok. Koltuk altınıza iyice sürün bu kadar.artık ter kokmuyorsunuz. Bu işlem terlemeyi önlemez fakat ter kokusunu önlüyor.

Limon

Avucunuzun içine damlatacağınız birkaç damla limonu koltuk altlarınıza sürmeniz yeterli. Bu yöntemin en az 12 saat etkili olduğunu göreceksiniz.


KARACİĞER YAĞLANMASI

Karaciğer yağlanması karaciğerin kendini koruma amaçlı oluşturduğu yağ bezleridir. Yağlanmaya iltihap/yangı eşlik ederse bu durum önce karaciğer hücre harabiyetine (nekroz), sonra fibroza ve oradan da siroza ilerler. Karaciğer yağlanması olan insanlar; eğer fazla kiloluysa mutlaka kilo vermeli, yağlı gıdalardan uzak kalmalı, bol meyve sebze tüketmeli ve düzenli egzersiz yapmalıdır. En önemlisi de mutlaka bu konuda uzman olan bir doktora başvurmalıdır. Ülkemizde bu konuyu en iyi bile uzmanlık alanı iç hastalıkları uzmanları olup, bunlar içinden de özellikle bu konuda uzmanlaşmış gastroenteroloji uzmanlarıdır.

Karaciğer yağlanması; karaciğer hücrelerinde normalden fazla, hatta bazen aşırı derecede yağ toplanması nedeniyle meydana gelen tıbbi bir durumdur. Toplumdaki her 4-5 kişiden birinde karaciğer yağlanması görülmektedir. Kadın ve erkekte aynı sıklıkta görülür. Normal sağlıklı bir insanda karaciğer hücrelerinde az miktarda yağ bulunabilir ve bu herhangi bir hastalığa neden olmaz. Ancak karaciğerde yağlanma aşırı miktarda olduğunda, birtakım yapısal ve fonksiyonel değişikliklere yol açar.

Karaciğerde aşırı yağ birikmesi sonucu 2 durum meydana gelir:

1) Karaciğerde yağlanmanın bir sonucu olarak karaciğerde iltihap/yangı meydana gelir ve tıp dilinde buna steatoheapatit adı verilir.

2) Karaciğerde sadece yağlanma olması ve herhangi bir iltihap/yangının olmaması Steatohepatit geliştiğinde bu zamanla karaciğer hücrelerinin harap olmasına (nekroz) yol açar ve fibroz denilen, aynı zamanda karaciğer sirozunun başlangıcı sayılan duruma neden olur. Nekroz ilerledikçe olay siroza doğru ilerler. Bu konuda yapılan çalışmalarda steatohepatiti olan hastalarınında karaciğerde fibroz, -15'inde ise karaciğer sirozu gelişebileceği saptanmıştır. Ayrıca steatohepatite bağlı gelişen karaciğer sirozu zemininde karaciğer kanserinin de gelişebildiği gösterilmiştir. Bu nedenle karaciğer yağlanması tanısı konan hastalar ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeli ve sıkı takip edilmelidir.

AŞIRI TERLEMEYE BİTKİSEL ÇÖZÜMLER

Derimizin altındaki ter bezleri ter ya da perspirasyon adı verilen tuzlu bir sıvı salgıladığı zaman terleme oluşur. Terleme, sıklıkla sıcak ya da nemli ortamlarda veya spor yaptığınız zaman vücudunuzun serinlemesini sağlayan normal bir fonksiyondur. Eğer terlemezsek yaşamımızı yitirirdik; daha doğrusu, ateş yüksekliğinden ölürdük. Terlemenin temel işlevi, iç sıcaklığımızı devamlı bir düzeyde tutmaktır. Bunun dışında, ter, toksinlerimizin küçümsenemez bir bölümünü dışlamamıza yardım eder. Terleme, derimizin içinde bulunan terbezleri sayesinde ve dışa açılan gözenekler yoluyla toksinlerin atılmasını sağlar.

Aşırı terleme, bir hastalık, rahatsızlık ya da durumun belirtisi olabilir. Aşırı terlemenin tıbbi terimi hiperhidrozdur.

Terlemenin nedenleri

Terlemenin psikolojik nedenleri
- Anksiyete ve anksiyete bozuklukları
-  Korku
- Asabiyet
- Panik atak ya da panik bozukluk
- Travmatik bir olayın hatırlanması
- Stres

Terlemeye neden olan çeşitli ilaç ve maddeler 
- Alkol
- Kahve ya da kafein içeren herhangi bir ürün
- Ruhsal bozukluk, yüksek ateş ya da tiroid bozuklukları için kullanılan ilaçlar
- Morfin
- Baharatlı yiyecekler
- Kokain ve metamfetamin gibi stimulan ilaçlar
- Sinir gazı ve bazı insektisidler gibi toksinler

Terlemenin diğer nedenleri
- Spor yapmak
- Yüksek ateş
- Hipertroidi (tiroid aşırılığı)
- Hipoglisemi (kan şekerinin düşüklüğü)
- Enfeksiyon
- Menopoz
- Sıcak ya da nemli ortamlar

Terlemenin ciddi ya da hayati tehlikesi olan nedenleri
Bazı durumlarda, terleme; acil teşhis ile değerlendirilmesi gereken ciddi ya da hayati tehlikesi olan bir durumun belirtisi olabilir. Bu durumlardan biri miyokard enfarktüsü (kalp krizi)’dür.
Lenfoma gibi bazı kanser türleri de başta gece boyunca yüksek ateş olmak üzere diğer belirtilerle birlikte anormal terlemeye neden olabilir.

Terleme nadiren ciddi hastalıklarla ilgilidir. Anormal terleme bazı ciddi hastalıkların nedeni olduğu gibi tedavi edilmemesi ciddi komplikasyonlara ve kalıcı hasara yol açabilir. Altta yatan neden teşhis edildikten sonra, sağlıkçınızın sizin için özel olarak belirlediği tedavi planını takip etmeniz aşağıda yer alan potansiyel komplikasyonları önlemek açısından önemlidir.

- Beyin hasarı
- Kardiyak arrest (kalp durması)
- Kalp yetmezliği
- Solunum arresti (durması)
- Nöbet ve titreme
- Bilinç kaybı ve koma

Terlemeye Bitkisel Tedavi

* İlk olarak bir bardak kaynar su hazırlanır, içerisine ada çayı eklenir ve bir süre beklenir, bu bekleme ardından bir bardak içilir, Her gün düzenli şekilde yapılacak olan bu formül kişinin aşırı terlemesini önlemektedir. Ama bunu yanı sıra olarak her gün nane suyu içilerek de terlemeler kafi dereceye düşmektedir.

* Zeytin yapraklarından yapılmış çay düzenli tüketildiği zaman terlemeyi engelliyor. Temizlenerek yıkanmış bir yemek kaşığı dolusu zeytin yaprağını, 150 ml. suda kısık ateşte 3-4 dakika kaynatıp elde edeceğiniz çayı, sabah-akşam günde iki kere tüketebilirsiniz.

* Saf mersin suyu da hem antiseptik etkiye sahip, hem de ter kokularına ve terlemeye karşı etkili doğal bir çözüm. Özellikle saf doğal zeytinyağlı defneli sabunla yıkandıktan sonra, bir parça pamuğa dökeceğiniz mersin suyu ile koltuk altlarınızı ve terden şikayet ettiniz diğer bölgelere sürebilirsiniz.

* Gülsuyunun tonik etkisi var. Arzu edenler alternatif olarak saf gülsuyunu tercih edebilirler.

* İkişer kaşık bal ve elma veya üzüm sirkesini ılık suda karıştırıp sabah akşam için. Kısa sürede el ve ayaklardaki aşırı terleme sorunu bitkisel yöntemle hallolur.

* Adaçayının terlemeyi önleyici etkisi vardır. 1 haftalık bir adaçayı kürü ile aşırı terleme sorununa çözüm bulabilirsiniz. Sabah öğle ve akşam günde 3 kez birer çay bardağı adaçayı içenlerde özellikle yaz terlemeleri (yaz aylarında görülen yoğun terleme şikayetleri) sona ermektedir.

Terlemeye Karşı Alabileceğimiz Önlemler
- Rahat ve hava alan kıyafetleri tercih edin. özellikle pamuklu kıyafetler giyin.
- Vücudunuzun temizliğine özen gösterin.
- Özellikle koltuk altında oluşan istenmeyen tüylerinizi alıp ter kokusuna büyük ölçüde mani olabilirsiniz.
- Kahve, alkol ve yakıcı gıdalardan uzak durun.

ÇANKIRI TUZUNUN FAYDALARI

Bedeninizde herhangi bir dokunun strüktürel yapısı değişmeye başlamışsa, orada kanser oluşacaktır. Bunun için yine üst nano metrekarede bulunan belli bir dalga boyuna ihtiyacınız var. Bunu da dışarıdan tuz kristal lambaları ile yapabilirsiniz. Havada dengeli bir iyon potansiyeline ihtiyacımız var.

Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi olduğundan, tuz kristal lambaları bu konuda çok önemli görev yapmakta. Örneğin bizim beynimizin elektriğini ölçtüğümüzde 8 Hertz civarındadır, aynı frekansı tuz lambalarda vermekte.

Televizyon seyrederken 100 – 160 Hertz civarında frekanslara maruz kalıyorsunuz. Bu yüzden uzun süre televizyon seyrettiğimizde sinirli olmamız kaçınılmaz. Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli frekansa maruz kalıyor. Bunun yaptığı tahribatı siz düşünün.

Tuz lambaları ile bu durumu düzeltmek mümkün.

Artık bugün sadece tuz kristalin yapısından dolayı radyasyonu nötralize etmek mümkün olduğunu biliyoruz.

Örnek verirsek; atom çöpü olan radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor.
Bu da tuz'un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı.

Çankırı Tuz Mağaraları

Ülkemiz doğal tuz kaynakları bakımından zengin bir ülke.
Çankırı, Iğdır, Kastamonu gibi illerimizde tuz mağaraları bulunuyor ve buralardan çıkan kristal kaya tuzları doğal tuz olarak tanımladığımız, doğanın bize hediyesi olan tuzlar.
Çankırı Tuz Mağarası yaklaşık 5000 yıldır yararlanıldığı tahmin edilen Türkiye'nin en büyük kaya tuzu rezervlerinin bulunduğu bir yer.

Yurt dışında buraya benzer mağaralar astım, depresyon, ruhsal ve psikolojik bazı rahatsızlıklar, tansiyon vb. bir çok hastalığın tedavisinde kullanılmakta.

Buradaki Kaya Tuzu yataklarının Hititler zamanından beri kullanıldığı tahmin edilmekte.

Çankırı’nın doğusunda yaklaşık 20 km. mesafede bulunan Tuz Mağarası, kaya tuzu yataklarının işletilmesi maksadıyla açılmış olup, bugün nispeten dar girişinin devamında modern karayolu tünellerini andıran birçok galeriden meydana gelmiş büyük bir mağaradır.

Çankırı Tuz Mağarası'ndan çıkartılan kaya tuzları, kaya tuzunun doğal kristal yapısını muhafaza etmek için el ile oyularak tuz lambaları imal ediliyor.

Kristal kaya tuzu, havadaki artı iyonları nötr hale getiriyor!

Emekli öğretmenin kaya tuzu merakı ustalığa dönüştü

Emekliliğin ardından zaman zaman kaya tuzundan süs ürünleri tasarlayan emekli öğretmen Mustafa Çağlar, ürettiği tuzdan sabun ile sağlık sektörüne girmeyi planlıyor. Çağlar, kaya tuzundan imal ettiği ürünleri yurt dışına da ihraç etmeyi planlıyor.

Kristal kaya tuzunu torna tezgahında işleyen dünyadaki ilk ve tek firma olduklarını aktaran Çağlar, ürünlerini sağlık amacıyla ürettiklerini, hobi olarak yaptığı işi ustalığa dönüştürdüğünü söylüyor.

Ürettiği ürünlerde hiçbir kimyasal madde bulunmadığını anlatan Çağlar, “Biz süs ürünleri üretmiyoruz, tam aksine sağlığa faydalı ürünler tasarlıyoruz. Hedef kitlemiz arasında öncelikli olarak astım, bronşit ve migren hastaları var. Bizim ürünlerimiz yüzde 100 doğal ürünlerdir. Biz sadece tuzun fiziği ile oynuyoruz, üzerine boyama, yazı gibi işlemeler yapmıyoruz. Hatta bunu talepler doğrultusunda bile yapmıyoruz” diye konuştu.

Emekli olduktan sonra kaya tuzu işine merak sardığını belirten Çağlar, süs eşyaları ile başladığı işte, çeşitli mutfak gereçleri ve kültürel çalışmaların yanında sağlık sektöründe de iddialı olduklarını söyledi.

2011 yılında Japonya’da meydana gelen deprem sonrasında nükleer santrallerin patladığını ve radyasyonun insanlar üzerinde yarattığı sağlık sorununu çözmek için Japon hükümetinin halka tuz dağıttığını ifade eden Çağlar, “Japon Hükümeti radyasyonun verdiği sağlık sorunlarını çözebilmek için halkına tuz dağıttı ve tuzları vücutlarına sürmesini istedi. Ben de bu bilgilerden yola çıkarak kristal kaya tuzundan sabun üretmeye karar verdim” ifadelerini kullandı.

Kristal kaya tuzunun vücuda çeşitli faydaları olduğunu kaydeden Çağlar, “Bizim ürettiğimiz tuzdan sabun, öncelikli olarak deriyi besliyor. Kabuklaşma, yara, kaşıntı, egzama rahatsızlıklarına iyi geliyor. Ayrıca içerisinde kil olduğundan dolayı kötü enerjiyi dışarı atıyor ve insanı rahatlatıyor” dedi.

Sektördeki firmaların yalnızca doğal görünümlü kaya tuzu lambaları yapabildiklerini söyleyen Çağlar, “Biz stres topu, stres yumurtası, mutfak eşyaları, mumluk, ayak tuzu gibi birçok proje gerçekleştirdik. Bunları dünyada yapan tek firmayız. Merakım ustalığa dönüştü diyebilirim. Sektörümde yapamayacağım hiçbir şey. Yeni hedefimiz astım hastası bebekler için astım karyolası yapmak” şeklinde konuştu.

ASTIM NEDİR, BELİRTİLERİ NELERDİR?

Astım, tüm dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7'sinde, her 100 çocuktan 13-15'inde görülmektedir.

Her yaştan bireyi etkileyebilen, doğru tedavi ile kontrol altına alınabilen, kontrol altına alınamadığında ise günlük aktiviteleri ciddi olarak kısıtlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır.

Astım, hava yollarının daralması ile kendini gösteren ve ataklar (krizler) halinde gelen bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler.

ASTIM BELİRTİLERİ NELERDİR ?

Hava yollarında daralma olduğunda;

* Öksürük (genellikle kuru),
* Nefes darlığı,
* Göğüste baskı hissi ve
* Hırıltı-hışıltılı solunum gibi belirtiler meydana gelir.

Bu belirtilerden herhangi biri veya birkaçı bir arada bulunabilir. Bu belirtiler sadece astıma özgü değiştir, başka hastalıklarda da olabilir. Ancak aşağıda sayılan özelliklerle birlikte olduklarında astım açısından önem taşımaktadırlar:

Belirtiler;

* Tekrarlayıcı olup nöbetler halinde gelirler,
* Genellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkarlar,
* Kendiliğinden veya ilaçlar ile düzelirler,
* Mevsimsel değişiklik gösterebilirler.

ASTIM KİMLERDE ORTAYA ÇIKAR ? RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR ?

Kişiye ve duruma göre değişik etkenler belirtilerin ortya çıkmasına neden olabilirler. Astım hastalığının ortaya çıkmasında rol oynayan etkenlere risk faktörleri denir. Toplumda, astımın niçin bazı kişilerde ortaya çıktığı, basılarında ise görülmediği bu risk faktörleri ile açıklanabilmektedir. Aşağıdaki risk faktörlerine sahip olunması, kişide astım görülme olasılığını arttırır. Bu faktörler, kişisel ve çevresel olabilirler:

Kişisel risk faktörleri :

Kalıtım (genetik yapı, irsiyet), cinsiyet ve şişmanlık gibi bireyin kendisine ve ailesine ait faktörlerdir.
Anne ya da babadan birisinde astım varsa çocukta astım olma olasılığı 1/3 iken, her iki ebeveynin astımlı olması durumunda çocuğun astımlı olma olasılığı 2/3'lere çıkar.

Şişman kişilerde var olan bazı hormon benzeri maddelerin hava yolu fonksiyonunu etkileyebileceği ve astım gelişme olasılığını arttırabileceği gösterilmiştir.

Erkek cinsiyet, çocuklarda astım için bir risk faktörüdür.
Astım puberteden önce erkek çocuklarda kızlara göre 2 kat daha fazla görülmektedir. Ancak çocuklar büyüdükçe cinsiyetler arasındaki fark azalır, hatta erişkin yaş grubunda kadınlarda astım daha sıktır.

Çevresel risk faktörleri:

Çevremizde bulunan ve sık karşılaştığımız bazı etkenler, genetik olarak yatkın olan kişilerde astımın ortaya çıkmasında ev hastalığın ağırlığı üzerinde önemli rol oynarlar.
Bunlar arasında ev tozları, polenler, küf mantarları gibi hava yoluyla gelen allerjenler yanı sıra, tekrarlayan akciğer engeksiyonları, mesleksel uyaranlar, sigara dumanı, ilaçlar, ev içi/dışı hava kirliliği ve beslenme sayılabilir.

Çiftçilik ve ziraat işleri, boyacılık (sprey kullanılarak yapılan boyacılık dahil), temizleme işleri ve plastik üretimi gibi iş kollarında astım sık görülür. Mesleksel astım, maruziyet başladıktan aylar ya da yıllar sonra ortaya çıkar. Özellikle alerjik bireylerde ve sigara içenlerde ortaya çıkma riski daha fazladır.
Gebelikte sigara içen annelerin çocuklarında ilk bir yıl içinde hışıltılı solunum ile seyreden hastalık gelişme riski 4 kat fazladır.

Hava kirliliği olan bölgelerde büyüyen çocukların akciğer fonksiyonlarının azaldığı bilinmektedir. Ancak hava kirliliğinin direkt olarak çocuk ve erişkinde astım gelişimini arttırdığına dair kesin kanıtlar yoktur.
Beslenmenin ve özellikle anne sütünün astımla bağlantısı çok araştırılmıştır. Anne sütü alan çocukların inek sütü ve soya proteini alan çocuklara göre daha az hışıltılı solunum yolu hastalığına yakalandığı ortaya konmuştur.

ASTIMIN BELİRTİLERİNİ TETİKLEYEN FAKTÖRLER NELERDİR ?

Doğru tedavi ile astımlı hastaların hemen hiç yakınması olmaz, ancak zaman zaman, karşılaştıkları bazı çevresel etkenler; nefes darlığı, öksürük, hışıltılı solunum gibi belirtilerin tekrar ortaya çıkmasına neden olur. Bazen bu yakınmaların şiddeti o kadar çok olur ki hasta acil servise başvurmak zorunda kalabilir. İşte belirtileri ortaya çıkaran bu etkenlere tetikleyiciler denir. Astım belirtilerini tetikleyen faktörler her hasta için farklı olabilir. Bu nedenle hastalar kendilerini rahatsız eden bu etkenleri iyi bilmeli ve mümkün olduğunca onlardan uzak durmalıdır. Astımda sık görülen tetikleyiciler şunlardır:

Alerjenler; çevremizde bol miktarda bulunan, genellikle zararsız olan, ancak duyarlı kişilerde sorunlara neden olabilen maddelerdir. Astımı olan herkesin allerjik, allerjisi olan herkesin de astımlı olması gerekmez. Çocuklarda astımın %80'i allerjik iken, erişkinlerde bu oran %50 civarındadır.

Evde ya da dışarıda bulunan bir çok allerjen astım atağını başlatabilir. Bunlardan önemli olanları:

* Polenler,
* Ev tozu akarları
* Küf mantarı sporları
* Hamamböceği
* Hayvan tüyleri
* Bazı besinler (süt, yumurta, fıstık, balık, buğday, soya gibi...)

Astımlı kişilerde ise solunum yolu enfeksiyonlarının astım ataklarını tetiklediği bilinmektedir. Astımlı bireylerde basit bir grip nefes darlığına yol açabilmektedir.

Gerek çocukluk çağında gerekse erişkin dönemde sigara dumanına maruziyetin astım belirtilerinin ortaya çıkmasını tetiklediği bilinmektedir. Astımlıların %20 kadarının sigara içtiği gözlenmiştir. Bu hastalarda sigara içimi tedavinin etkisini azaltır; kalıcı değişikliklere neden olur.

Astımlıların yaklaşık %10'unda bazı ilaçlar önemli rol oynamaktadır. bu ilaçlar sadece öksürüğe neden olabileceği gibi astım krizine de yol açabilmektedirler. Yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, kalp ritm bozuklukları, migren, göz tansiyonu (glokom) için kullanılan bazı ilaçlar en bilinenleridir.Bazı duyarlı bireylerde de ameliyatlarda kullanılan anstezik maddeler, aspirin ve benzeri ağrı kesici ve romatizma ilaçları, röntgen incelemeleri sırasında kullanılan bazı ilaçlar astım belirtilerinin ortaya çıkmasına veya ağırlaşmasına neden olmaktadır.

Astım atakları, hava kirliliği artışı ile birlikte artmaktadır. Sadece dış ortam hava kirliliği değil, ev içi hava kirliliğine yol açan maddeler (sigara dumanı, ısıtma veya soğutma için kullanılan yakıtların dumanı, küf, hamamböceği) için de aynı durum söz konusudur.

Allerjik bireylerde allerjen özellikteki bazı besin maddeleri (balık, kabuklu deniz ürünleri, kuruyemiş, yumurta, süt, muz vb), diğer allerjik belirtiler yanı sıra astım ataklarını da tetikleyebilmektedirler. Aşırı hassas bireylerde besin maddesinin kokusu bile astım atağını uyarabilir. Erişkinlerde besin maddelerinin astımı tetiklemesi daha nadirdir.

Gastroözofagiyal reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışıdır. Genellikle gazla beraber, ağıza ekşi-acı mide sularının gelmesi şeklinde belirti verir. Geri kaçan asitli mide sıvısı refleks olarak hava yollarında daralmaya, öksürüğe, astım belirtilerinin artışına, göğüs kemiği altında ağrı, yanma ve baskı hissine neden olur. Bazen belirtiler çok sessiz olup hasta tarafından hissedilmeyebilir.Bazen de yanlışlıkla astım zannedilebilir.
Stres ve duygusal değişiklikler de astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Aşırı gülmek, ağlamak, o anda sık ve derin nefes almalara neden olarak hava yollarını uyarabilir. Huzursuzluk ve sinirlenme de astım belirtilerini tetikleyebilir.

Egzersiz yani fiziksel aktivite, tedavi altında olmayan astımlılarda diğer tetikleyicilerle birlikte olabileceği gibi, bazen de tek başına astım belirtilerini tetikleyebilmektedir.
Allerjik nezle, sinüzit, nazal polip gibi kronik üst solunum yolu hastalıkları uygun tedavi edilmediğinde astım belirtilerini tetikleyebilir.

ASTIM TANISI NASIL KONUR ?

Uygun tedavinin yapılabilmesi için öncelikle doğru tanı konması gerekir. Her hastalıkta olduğu gibi kişiyi hekime götüren belirtiler ve kişiye ait tıbbi öykü, tanı aşamasının ilk basamağını oluşturmaktadır.

Öyküde neler önemlidir?

* Belirtilerin (öksürük, nefes darlığı, göğüste baskı hissi, hışıltılı solunum) tekrarlayıcı olması,
* Ataklar dışında bireyin kendini iyi hissetmesi,
* Belirtilerin özellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkması,
* Kişiye özgü allerjen ya da irritanlar ile belirtilerin ortaya çıkması,
* Egzersiz sonrası öksürük ya da hışıltılı solunum olması
* Soğuk algınlığının “göğsüne iniyor” olması, belirtileri artırıyor olması,
* Belirtilerin kendiliğinden ya da uygun astım tedavisi ile düzelmesi,
* Ailesinde astım veya allerjik hastalık öyküsünün bulunması.

Bu yakınmalar ile gelen hastada muayene bulguları tamamen normal olabilir. Çünkü astım, hastalık özelliği nedeni ile ataklar halinde seyreder ve bireyin aktif yakınmalarının olmadığı dönemlerde bulgu vermeyebilir. Astım tanısının kesin konmasını sağlayacak herhangi bir kan tahlili yoktur. Röntgen bulguları genellikle normaldir. Ancak, ataklar sırasında ya da astımı ilerlemiş olgularda hava hapsine ait bulgular olabilir. Yine de benzer belirti verebilecek başka hastalıklardan ayırımı için başlangıçta akciğer röntgeninin çekilmesi şarttır.

Günümüzde astım tanısı için kullanılan en önemli tetkik solunum fonksiyon testleridir. Solunum fonksiyonu ölçüm cihazları ile nefes ölçümleri (ilaçlı-ilaçsız) yapılarak tanı kesinleşebilir ve hastalığın ağırlığı belirlenebilir. Soluk verme hızını ölçen basit taşınabilir cihazlarla (PEF metre) yapılan günlük ölçümlerin uzun süreli takibi ve değerlendirilmesi de tanıyı koymada yardımcıdır. Meslek ile ilişkili astım tanısında PEF metre kullanılabilir. PEF metre ile soluk hızı takibi, ilaç tedavisinin yeterli olup olmadığının takibinde ve astımın seyrinin izlenmesinde (hastalık kontrol altında mı, kötüye gidiş var mı) kullanılabilmektedir.

Gerekli görüldüğü durumlarda, astım belirtilerine yol açan allerjen kaynaklı tetikleyici faktörlerin belirlenmesine yardım etmek amacıyla alerji deri testleri yapılabilir. Basit ve hızla uygulanabilen deri testlerinin usulüne uygun yapılması ve değerlendirilmesi çok önemlidir; aksi takdirde yanlış yönlendirmelere neden olabilir.

ASTIM NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

Astım tedavisinin amacı, hava yollarındaki mikrobik olmayan iltihaba bağlı daralmanın giderilmesi ve hastanın rahat nefes almasının sağlanmasıdır. Hekim ve hasta/aile arasındaki işbirliği ile belirtilerin tamamen kontrol altına alınması çoğunlukla sağlanmaktadır (klinik kontrol).

Tedaviden Beklentiler Nelerdir ?

Başarılı bir astım tedavisinin hedefleri şunlar olmalıdır:

* Belirtileri kontrol altına almak ve bunu sürdürmek,
* Egzersiz dâhil normal aktivite düzeyini sürdürmek,
* Akciğer fonksiyonlarını olabildiğince normale yakın düzeylerde tutmak,
* Astım ataklarını önlemek,
* Astım ilaçlarının istenmeyen etkilerini önlemek.

Bu hedeflere ulaşabilmek için;

Hasta/hekim işbirliğinin geliştirilmesi;

Tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması,

Astımın iyi değerlendirilmesi ve tedavisi, eşlik eden hastalıkların ortaya konması ve tedavisi, tıbbi tedavinin iyi izlenmesi gerekmektedir.

Hasta/hekim işbirliğinin geliştirilmesi: Hasta ve hekimin birlikte tedavi hedeflerini tartışması ve bu konuda anlaşmaya varması, hastanın kendi kendini izlemesine yönelik yazılı bir eylem planının birlikte geliştirilmesi, düzenli aralıklarla tedavinin ve astım kontrol düzeyinin gözden geçirilmesi, tedavide ön plana çıkan unsurlardır.

Tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması: Astım belirtilerini tetikleyen faktörler,kişiye özgü şekilde tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kalmaktan kaçınması önerilmeli ya da en azından maruziyeti azaltarak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye yönelik önlemler mümkün olduğunca her yerde yaşama geçirilmelidir.

MS HASTALIĞI NEDİR? BELİRTİLERİ NELERDİR?

MS hastalığı Nedir?

MS hastalığı vücuttaki bağışıklık sistemindeki normal işleyişin bozulması ile ilgili bir hastalık. Normal şartlarda bağışıklık sistemi vücudumuzu mikroplara ve kanser gibi hastalıkların oluşmasına karşı korur. Değişik nedenlerle bazen bu sistem vücuttaki normal dokuları da yabancı gibi görmeye başlar ve onlara hücum eder. İşte MS hastalığında bu tür bozukluk nedeniyle sinir sistemimizdeki myelin denen bir madde hasara uğrar. MS hastalığı, sinir sisteminin farklı bölgelerini farklı zamanlarda etkiliyebilir ve daha çok genç erişkinlerde görülür. Çocuklarda ve ileri yaştaki kişilerde ise çok daha nadir görülür. Ancak erken teşhis edilmesi durumunda ilerlemesi geciktirilebiliyor. Araştırmalara göre MS'e neden olan önemli iki risk faktörü var. Bunlar sigara içmek ve D vitamini eksikliği. Fakat henüz bu sorunun net bir cevabı yok. Ancak araştırma sonuçları birçok faktörün bu hastalığın oluşumunda rol oynadığını gösteriyor. Mesela, Kuzey Avrupa ülkelerinde yaşayanlarda bu oran yüksek iken ekvator gibi diğer bölgelerde çok az rastlanmakta. Genetik yatkınlık söz konusu. Değişik virüsler, hava ve çevre kirliliği, aşırı stres gibi faktörler hastalığı tetikleyebiliyorlar.

MS hastalığı belirtileri nedir?

MS hastalığının en belirgin belirtileri kol, bacak veya yüzde uyuşma ve karıncalanma hissi, yürümede dengesizlik, kol veya bacaklarda güç kaybı, ağrılı veya ağrısız bir gözde görme kaybı veya çift görme, koordineli hareketlerde bozulma, halsizlik ve konsantrasyon azlığı.

MS hastalığı tedavi edilebilir mi?

Tedavisi olsa bile tam şifa bulma ihtimali az. Yaklaşık yüzde 3-5 oranında MS’li hastada hastalık, tam bilinemeyen sebeplerle tamamen ortadan kaybolabiliyor.

MS hastalığı ölümcül, bulaşıcı mıdır?

MS hastalığı ne ölümcül ne de bulaşıcı değil. Anne-babadan çocuklara geçmez. Ancak birinci derecede bir yakını hasta olanın bu hastalığa yakalanma ihtimali yüzde 5, ikisi hasta olanın yüzde 10 oranına çıkar.

MS hastalığı hızlı ilerler mi? Tekerlekli sandalyeye bağımlı kalma ihtimali nedir?

Kronik bir hastalıktır ve ilerler. Ancak ilerleme hızı kişiden kişiye ve tedavi görüp görmemeye göre değişir. Yaklaşık olarak hastaların yüzde 25’i sonunda tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kalır.

MS hastaları nasıl beslenmeli?

Uzmanlar, MS hastalarının olumlu düşünmeleri, hareket etmeleri ve Akdeniz diyeti ile beslenmelerinin önemine dikkat çekiyor.

VÜCUDUMUZDAKİ MİNERALLER VE İŞLEVLERİ

Mineraller ve Görevleri, Mineraller Neye Yarar?

Mineraller, sağlıklı bir yaşam için ihmal edilmemesi gereken, vücudun fonksiyonlarını sürdürmesi için hayati öneme sahip inorganik maddelerdir.

Sağlığımız için çok önemli 15′ten fazla mineral vardır. Çoğunlukla, vitaminlerin en ihtiyaç duyulan bölgeye ulaşmalarını sağlarlar. Hücre korunması ve sağlıklı dişler, kemik, cilt yapısı için önemli olan mineraller, kan basıncı, kalp ritmi, kas fonksiyonları, vücuttaki sıvı dengesi, üremede de önemli roller oynarlar.

Minerallerin İnsan Vücudundaki İşlevleri Nelerdir?

KALSİYUM: Büyük oranda kemiklerde bulunur. Eksikliği yüksek oranlara vardığında diş ve sırtta ağrılar, kemiklerde zayıflama, çatlama ve kolay kırılma görülür. Bu mineral, en çok süt ve süt ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler, kuru meyve, fındık, narenciye ve balıkta bulunur.

KROM: Vücuttaki basit şekerin parçalanmasını ve kullanımını düzenler, kandan hücrelere glikoz transferi sağlar. İnsülin oluşumuna, kolesterol düzeyi kontrolüne yardım eder. Vücuttaki enzim ve hormonlar için çok önemlidir. Yumurta sarısı, istiridye, yer fıstığı, üzüm suyu, peynir, buğday ve mayada bulunur.

DEMİR: Hemoglobin (kırmızı kan hücresi), miyoglobin (kas pigmenti) ve enzim üretimi için gereklidir. Vücuttaki demirin sadece yüzde 8′i kan damarlarından gelir. Vücutta büyümeye yardım eder, yorgunluğa karşı ve hastalıklardan korunmada kullanılır. Vücuttaki B grubu vitaminlerinin kullanımını arttırır. Yumurta sarısı, et, balık, ciğer, yeşil yapraklı sebzeler, fasulye, fındık ve dalakta bulunur.

MAGNEZYUM: Sinir sisteminin ve kasların gevşemesini sağlayan mineraldir. Magnezyum kandaki şekerin enerjiye dönüştürülmesinde önemli rol oynar. Sağlıklı dişler ve sindirim sisteminin rahatlığı için gereklidir. Soya fasulyesi, fındık, süt, balık, yeşil yapraklı sebzeler ve tahıllarda bulunur.

POTASYUM: Sodyumla birlikte vücuttaki su dengesinin sağlanmasına yardımcı olur, gıdaların hücre içine geçişini sağlar, sinir sistemindeki mesajları iletir. Beyne oksijen gönderilmesi için önemlidir. Bu mineral vücutta her gün kullanılır ve tekrar yeri doldurulur. Kalp ve diğer kasların sağlıklı yapılarını korumaları potasyuma bağlıdır. Fazla şeker, diüretikler, laksatifler, fazla tuz, alkol ve stres bu mineralle vücuttan atılır. Et, süt, sebze, meyveler ve kurubaklagillerde bulunur.

ÇİNKO: Proteinlerin enerjiye dönüştürülmesi için çok önemlidir. Zihinsel fonksiyonlarda, vücudun kendini iyileştirmesi ve yenilemesi gereken durumlarda, bağışıklık sisteminin gelişmesinde, hormonal dengede önemli yere sahiptir. Kalp, beyin ve üreme sisteminin çalışması için gereklidir. Deniz ürünleri, et, karaciğer, fındık, ay çekirdeği, süt ve yumurtada bulunur.

İYOT: Tiroid bezlerinde yer alır. Tiroid ve tiroid kontrol mekanizmasında, zihinsel fonksiyonlarda, enerji ve kilo almada önemli rol oynar.

FOSFOR: Sadece fizyolojik kimyasal reaksiyonlarda yer almakla kalmaz, aynı zamanda vücuttaki bütün hücrelerde bulunur. Normal kemik ve diş yapısı, kalp düzeni ve normal böbrek fonksiyonları için gereklidir. Süt ürünleri, sakatatlar, et ve kurubaklagillerde bulunur.

SODYUM: Bu mineral sinir ve kas fonksiyonlarının devamı için çok önemlidir. Asıl görevi sıvı pompalanmasını ve gıdaların hücre zarından geçişini sağlamaktır. Bol miktarda sodyum yüksek kan basıncına katkıda bulunur. Tuz, füme etler, süt ve süt ürünlerinde bulunur.

Mineral Fazlalığı ve Zararları: Mineral Eksikliği, her mineralin almış olduğu görevlere göre çeşitli ve hayati fonksiyonlarda aksaklıklara ve sağlık sorunlarına yol açar. Bununla birlikte minerallerin belli bir dozdan fazla alınması da zararlıdır ve çeşitli sağlık sorunlarına neden olur.

AKCİĞER EMBOLİSİ VE BİTKİSEL TEDAVİSİ

Akciğer embolisi akciğer atardamarlarının kan pıhtısı ile tıkanması sonucu oluşur ve bu tıkanan damarın boyutuna göre ciddi sorunlara neden olabilir hatta ölümle bile sonuçlanabilir. Bazı durumlarda bazı semptomlar ile kendini gösterebilir veya hiçbir şekilde hissettirmeyebilir. Atardamarın beslediği alanın genişliğine bağlı olan bu durum ana atardamar tıkanır ise hastada ciddi bir şekilde nefes darlığı ve oksijen yetersizliği sonucu göğüs ağrısı, morarma, şiddetli öksürük ve balgamla karışık kan tükürme gibi belirtiler baş gösterebilir. Bu durumda erken teşhis ve tedavinin gecikmemesi hayati önem taşımaktadır.

Akciğer embolisi nedenleri

Akciğer embolisi, ameliyat sonrası uzun süre hareketsiz yatan hastalarda, hareketsizlikten kaynaklı damarlardaki kanın zamanla pıhtılaşması sonucu görülebilir. Bu nedenle özellikle ortopedik ameliyatlar sonrasında sıklıkla akciğer embolisi hastalığı görülmektedir. Genetik olarak kan pıhtılaşma riski taşıyan kişilerde de bu hatalığın görülme riski vardır. Kanser hastaları, böbrek hastaları, hamileler, doğum kontrol ilacı kullananlar da akciğer embolisi geçirme meyili vardır.

Akciğer Embolisi Belirtileri

Akciğer embolisinin belirtileri hastalığın şiddetine göre değişmekle beraber,

* Ani gelişen nefes darlığı,

* Nefes alırken sağ veya sol yan ağrısının olması,

* Nefes yetersizliği ve nefes açlığı,

* Kramlar şeklinde seyreden kaburga ağrıları,

* Nefes alırken sırta veya göğse bıçak batıyormuş hissi,

Bu sepmtomlar nefes darlığı teşkil eden kronik bronşit, zatürre, akciğer amfizemi gibi hastalıklar ile karıştırılabilmektedir.

Akciğer Embolisi Bitkisel Tedavi

Kekik : Damıtılmış kekik suyu veya kekik çayı her sabah ve akşam 1 fincan içilir.

Vücuttaki kan dolaşımını arttırır ve kanı temizler, antiseptiktir.

Balgam söktürür, öksürük ve boğmacada çok etkilidir,

Akciğer hastalıklarında kullanılır,

Astım ve bronşite iyi gelir.

Limon : Yarım bardak suya yarım bardak taze sıkılmış limon suyu ilave edilerek her gün sabah ve akşam olmak üzere günde 2 kez içilirse kanı sulandırmaya etkili olur.

Kan sulandırıcı bitkisel kür : 1 bardak kaynatılmış su altı kapatılır ve içerisine bir tutam safran otu, bir tutam oğul otu ilave edilerek 15 dakika demlenir. Ilındıktan sonra içerisine 1 tatlı kaşığı bal ilave edilerek içilir.

Kan koyulaşmasını önlemek için bol su içmek ve vücudun hareket halinde olmasını sağlamak da önemli etkenlerdir.

BAŞ AĞRINIZIN ÇÖZÜMÜ CEVİZDE

Baş ağrıları çoğu zaman dayanılmaz olabilir. Çoğu zaman bu ağrıların ilaçlarla önleneceği düşünülür fakat kullandığımız ilaçlar eklemlerdeki kıkırdağa ciddi şekilde hasar vermektedir. Anadolu’da çok uzun yıllardır biriken şifalı bitkilerle tedavi kültürü baş ağrısına da çözüm sunmaktadır.

Baş Ağrısına Ceviz ile Son Verin

Baş ağrısı birçok sebepten kaynaklanabilir. Bu sebeple, neden olduğunu tespit etmeniz gereklidir. Başınızdaki ağrı ensenizde yukarı doğru artarak geliyorsa bu durum, genellikle kolesterol yükselmesinden oluşur. Kolesterolün düşürülmesi, bu tür bir baş ağrısının giderilmesi anlamına gelmektedir.

Yapılması Gerekenler

Kolesterolün düşürülmesinde ceviz sıklıkla kullanılan bir şifalı bitkidir.

Dış kabuğunu soyduğunuz cevizleri bir bardak ılık suya koyarak yaklaşık 6-7 saat bekletiniz.

Bu işlemden sonra bardaktaki suyun rengi değişerek yoğunlaşacaktır.

Daha sonra bu suyu içerek tüketiniz.

Bu yöntemi 2 haftada bir düzenli olarak yeniden ederseniz baş ağrılarınızdan kurtulduğunuzu göreceksiniz.

TIRNAKLARIMIZIN UZAMA SEBEBİ

Tırnak ve saçlarda görülen kısımlar, ana maddesi keratinden oluşmuş ölü hücrelerdir. Memelilerin tamamında vücutta üretilen fazla keratin, tırnak, saç, tüy, boynuz gibi sürekli uzayan yapılarla vücuttan uzaklaştırılır.

El ve ayak tırnaklarımız derimizin altında bulunan köklerden çıkarlar. Kök kısımda tırnak çok incedir. Kökteki hücreler ölü bir hücre olan keratin üretirler. Yeni hücreler üredikçe ölü tırnağı dışarı doğru iterler.

Tırnak, parmak derisine her iki yandan elastik fiberlerle bağlıdır. Bu sayede yanlardan bağlı oldukları halde uzadıkça rahatlıkla ilerlerler. Uzayan tırnak ölü hücrelerden oluştuğu için, tıpkı saçımız gibi keserden acı duymayız.

Tırnaklarımız derimize her iki yandan elastik fiberlerle bağlıdırlar. Bu sayede yanlardan bağlı oldukları halde uzadıkça rahatlıkla ilerlerler. Derideki yatakları ile irtibatı biten tırnaklar beyazlaşır ve kesilmeyi beklerler. Halbuki bu kısmın da küçük objeleri tutmak, bir tarafımızı kaşımak, sivilce sıkmak gibi çok ciddi fonksiyonları vardır.

Elimizdeki tırnakların ayaktakilere tek farkı, daha hızlı, yani haftada ortalama 0,5 - 0,6 milimetre hızla uzamalarıdır. Yani kesilmezlerse yılda 2,5 - 3,0 santimetre uzunluğa ulaşabilirler. Ayak tırnaklarının uzama hızı bunun dörtte biri kadardır.

En hızlı uzayan tırnak orta parmak tırnağıdır. Buradan parmak ne kadar uzunsa, oradaki tırnak da o kadar hızlı uzar sonucunu çıkartabiliriz. Bütün tırnaklar sıcak havada soğuğa nazaran daha hızlı uzarlar. Tırnaklardaki uzama hızı yaş ilerledikçe yavaşlar. Çok ileri yaşlarda neredeyse yarı yarıya düşer. Bebeklerde de tırnak uzama hızı yetişkinlere göre daha yavaştır.

Dışarıdan çok basit bir yapıymış gibi görünen tırnaklarımız aslında çok karışık ve bugün bile tam olarak anlaşılamamış bir yapıya sahiptirler. Tırnak, daha doğrusu onu oluşturan kısım psikolojik değişmelere de duyarlıdır. Stresli zamanlarda, uzun süren yüksek ateşte, zararlı içkiler alındığında çatlarlar, lekeler oluşur, kalınlaşır veya incelirler, yani deforme olurlar. Bu özellikler tırnaklarımızı sağlık durumumuzu ortaya koyan önemli ipuçları haline getirir.

Tırnak neden uzamaz :

Tırnakların uzamasını sağlayan deriye bağlandı yer olan matrixtir, matrixteki hücrelerce üretilir ve ileri ittirilir bu şekilde tırnak uzar.Tırnaklarımız yaşadığımız sürece uzamaya devam eder. El tırnakları ayak tırnaklarımıza kıyasla biraz daha hızlı uzar.Tırnak yeme alışkanlığı olanların tırnakları, sökülen ve düşen tırnaklar ve hamilelerde tırnaklar daha hızlı uzar.

Tırnak uzamasının yavaşlamasının en sık görülen sebebi bazı vitaminlerin eksikliğidir (özellikle B7 vitamini madde ismi biotinde kullanılmaktadır) vitamin eksikliği dışında yorgunlukta,aşırı zayıflıkta,beslenme bozukluklarında, kronik hastalıklarda, ilaç zehirlenmelerinde ve çok ileri yaşlarda tırnakların uzama hızı yavaşlar.

Tırnak uzaması sorununda tedavi;

Kronik hastalık,beslenme bozukluğu,aşırı yorgunluk gibi sorunlar tespit ediliyorsa ortadan kaldırılmalı, net bir sebep yoksa tırnak ve saç uzama hızını artıran biotin (B7 vitamini – H vitamini) alınmalıdır. Biotin sorunun büyüklüğüne göre günde 1 mg veya 2 mg alınmalıdır. Bu dozlarda sadece tırnak uzama hızında artış olmaz aynı zamanda saç uzama hızı da artar ve ayrıca tırnakta yumuşama, kırılma gibi sorunlarda düzelir kalitesi artar.

MUTLULUK VEREN BESİNLER

İçinde endorphin bulunan besinlerin insanı mutlu ettiği artık kabul edilen bir gerçek. En çok endorfin içeren veya endorfin salınımını en çok arttıran 9 besin aşağıda sıralanmıştır. Bu besinlerin çoğu bol kalori içerdiğinden, mutluluğunuzun kilo artışıyla sekteye uğramaması için kalori miktarlarını hesaplayarak tüketin.

CEVİZ
Cevizin, depresyonu gidermek için önerilen bir yiyecek olduğunu biliyor muydunuz? Aynı zamanda sağlıklı kemikler ve dişler, hücrelerin yenilenmesi, vücudun insülin direncini yükselmesi gibi birçok faydalı etkisi olan magnezyum deposu ceviz ile beyninize günlük destek de sağlayabilirsiniz. Çünkü cevizin içeriğindeki antioksidanlar hem sinirsel bağların güçlenmesini; hem de hafızanın, organizasyonel ve matematik zekanın gelişmesine yardımcı olur. Unutmayın; ceviz sağlıklı düşünmenize, güzel gözükmenize ve iyi hissetmenizi sağlar!

ÇİLEK
C Vitamini deposu olan çilek, önde gelen afrodizyaklar arasında yer alır. Çilek bütün salgı bezlerini çalıştırarak vücuda gençlik ve kuvvet kazandırır, çileği çok olan bölgenin halkı uzun yaşar. Yüksek tansiyonu düşürür ,damarları temizler. Kansere karşı korur, Böbrekte kum ve taş oluşmasını önler.

MUZ
Kokusuyla bile mutluluk aşılayan muz,tam bir endorphin deposudur. Kendinizi güçsüz ve ve sinirli mi hissediyorsunuz, hemen bir muz yiyin. Kalsiyum ve magnezyum içeren bu meyve strese karşı bire bir. Sinir hastalığı olanlar için her gün yemek arası saatlerde tüketilmesi gereken bir besindir.

ÜZÜM
Kırmızı ve beyaz üzüm yiyen herkes gülücükler saçar. Üzümde %20 oranında direk olarak kana karışan şeker vardır. Bedenen ve zihnen çalışanlar için iyi bir gıdadır. Gıda şekli anne sütüne benzer. Üzümdeki bol demir kan yapar. Yüz ve boyuna taze üzüm suyu sürülüp 10 dk. Sonra yıkanırsa cilde dirilik verir.

PORTAKAL
C ve B Vitamini açısından zengin olan portakal, insana dinamizm veriyor. Portakal içindeki C vitamini ince ve kalın damarların yumuşak kalmasını sağlar. Bacaklardaki varisi geçirir. Vücuttaki direnci arttırır. Grip ve nezlede portakal suyu, şeker, şarap karıştırılır üzerine sıcak su katılır ve içilir. Kanın durulmasına ve temizlenmesine yardımcı olur. Hazmı kolaylaştırır. Portakal reçeli ise karaciğeri çalıştırır.

SOMON
Somonun içinde bulunan omega-3 yağ asitleri daha mutlu hissetmenizi sağlıyor. Kalp sağlığı kadar psikolojiye de iyi gelen bu yağlar depresyondan koruyor.

SÜT
Kalsiyum ve aminoasit bakımından zengin olan süt sakinleşmeyi sağlıyor. Serotonin hormonunu salgılamanızı da sağlayarak kendinizi iyi hissettirir. Kemik gelişimine katkıda bulunmasının yanısıra, sinirleri gevşetiyor, stres ve anksiyeteyi azaltıyor.

ÇİKOLATA
Stresin bir numaralı düşmanı. Kendinizi kötü hissediyorsanız hemen bir parça çikolata yiyin. Flört etmek gibi bir şey. Bir kalem yemek yeterli ,mutluluk hormonu "serotoninö anında beyinde dolaşıma çıkıyor. Çikolatanın içerdiği "penilatilaminö insanı bulutlara çıkarıyor. Çikolatada, yeşil çay ve sebze-meyvelerde bulunan flavonoid adlı bol miktarda vardır. Bu madde kanı sulandırıyor, kalp hastalıkları riskini azaltıyor. Çikolata kötü kolestrolun (LDL) okside olarak damar çeperine yapışmasını engelliyor. Tıpkı aspirin gibi kanda pıhtılaşmanın önüne geçiyor. Düzenli tüketenler arasındaki ölüm olayı yemeyenlere kıyasla % 30 daha geç gerçekleşiyor.(günde 30 gr)

DONDURMA
Çok yenirse şişmanlatıyor,az yenirse mutluluğa mutluluk katıyor. Dondurma yaşlanmayı önlüyor. Amerika da kişi başına 25 kg. Türkiye de kişi başına 6 Külah tüketiliyor. Sütten daha zengin bir besin bir besin maddesidir. A,B,C,D,E vitamini içerir. Çocukların sağlıklı büyümesi ve kemik erimesi sorunu olan kişiler için büyük önem taşıyor. Beslenme uzmanları dört mevsim tüketilmesini önermektedir.

HİNDİ
Hindi, mutluluk veren besinler arasında hiç de hafife alınmayacak bir konumda. Çünkü insan vücudu için gerekli olan 20 amino-asitten biri olan ve enerji sağlayan Tryptophan içerir. Tryptophan aynı zamanda seratonine, yani mutluluk hormonuna dönüştüğünden sıkıntıyı en kolay atmamızı sağlayacak yemektir! Ruh sağlığımız için gerekli olan serotonin sindirim yoluyla kana karışarak sinir sistemine geçemez, yani dışarıdan yemek yoluyla alınamaz. Bu nedenle Tryptophan yemek yoluyla alındığında antidepresan etkisini gösterebilir.

MAKARNA
Çok ağır soslarla yenilmediği sürece enerji veren ve mutlu eden besinler arasında yer alıyor. Hazmı kolaydır. Özellikle sadece salata ile birlikte yenirse şişmanlatmaz.

TAM TAHILLI EKMEK 
Karbonhidratın dozu sağlığımız açısından çok önemli. Çünkü vücudumuz enerji üretmek için karbonhidrata ihtiyaç duyar; ama aynı zamanda fazlası da mide ve bağırsak bozukluklarına, şişmanlığa, kalsiyum yetersizliğine, iştahsızlığa neden olur. Dolayısıyla beslenmenizde tam tahıllı ekmekleri tercih edebilirsiniz. Çünkü tam tahıllı ekmekler serbest radikallerle savaşır ve bağışıklık sistemini destekleyen temel mineral olan selenyum kaynağıdır.

PEYNİR
Canınız sıkkın ve çılgınca cips atıştırıp mutluluğa kavuşmak mı istiyorsunuz? Bunun yerine sağlıklı bir çözüm önerelim size; bu da peynir olsun… Çünkü peynir kalsiyum, protein, çinko; hepsini bir arada bulunduran bir besin. Vücudumuz yeterli çinkoyu kendi üretemediğinden, bu tür destekler günlük olarak sağlanmalıdır. Çinko vücudumuz için çok önemlidir. Çünkü hücresel fonksiyonlarda önemli rol oynar ve saç, göz, cilt sağlığında, kavramsal ve duyusal fonksiyonların iyi çalışmasında önemli rol oynar.

FISTIK
Yağ oranı yüksek ama yine de insanı mutlu ediyor. Fıstığın kolesterolü düşürdüğü ve kalp krizi riskini azalttığı bildirildi Çocuklar ve sporcular daha fazla yiyebilirler. emir, bakır, selenyum, magnezyum, çinko, potasyum ve fosfor gibi minerallerin doğal kaynağı olan bu çerez kalbimizin yanısıra,beyin-sinir sistemi,kas ve kemiklerimizin dostudur. Tuzsuz olanından her gün 10-15 adet yenilebilir.

SUSAM
Dar gelirlerinin baştacı olan simit, mutluluğa giden yolda önemli bir yere sahiptir. Yağ ve protein içerir. Susamdan elde edilen tahin bal ile karıştırılıp yenirse boğaz ağrısı ve bronşite iyi gelir. Kışa girerken bağışıklık sistemini güçlendirmek için bolca tüketmeliyiz.

KLEPTOMANİ (HIRSIZLIK HASTALIĞI) VE TEDAVİ YOLLARI

Kleptomani genel anlamda hırsızlı hastalığıdır. Kleptomani ruh sağlığının bozulması sonucu oluşmaktadır. Genellikle çocukluk yıllarında baskı gören kişilerde görülmektedir. Aslında temelde hastalar hırsızlık yaparak cesaretini kanıtlamak istemektedirler.

Hırsızlık hastaları herhangi bir eşya çaldıklarında büyük bir mutluluk hissederler. Ve sonrasında kendileriyle gurur duyalar. Çalınan eşyanın değerinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü asıl amaç ruhu tatmin etmektir. Hırsızlık yaptıkça kendilerini daha rahat hissederler. Örneğin;bir misafirlikte çaldıkları küçük bir oyuncak hastalarda önemlidir.Yani amaç hırsılık yapmaktır. Çaldıkları eşyaların işlerine yarayıp yaramadığının önemi yoktur.

Kleptomani hastaları genelde kişisel gereksinim ve parasal değeri için hırsızlık yapamaz. Hastalar dürtülerine engel olamamaktadır.

Kleptomaninin Yaygınlığı
Kleptomani çok az görülen bir ruhsal hastalıktır. Genel olarak hırsızlık hastalığına sahip olanların sayısı bilinmemektedir. Bu tür kişiler mağaza hırsızlığı yaptıkları için araştırmalar mağazalar üzerinden yapılmaktadır.Yapılan araştırmalara göre mağazada hırsızlık yapanların yaklaşık % 5 ine kleptomani teşhisi konulmuştur. Bazı araştırmalar bu oranı dahada yüksek tutmaktadır. Tüm çalışmalardan ve elimizdeki verilerden yararlanacak olursak toplumdaki yaygınlığının %0,6 olduğu söylenebilir. Ancak bazı hırsızlık yapan kişilerin belirtilememesi ya da yakalanamaması bu oranın daha yüksek olabileceğini göstermektedir.

Kleptomani ve Cinsiyete Dağılımı
Yapılan araştırmalara göre kleptomani(hırsızlık hastalığı) kadınlarda daha fazla görülmektedir. Dünya üzerindeki yaşanmış olaylar sonucu elde edilen veriler analiz edildiğinde çıkan orana bakacak olursak;

KADIN    %77
ERKEK  %23

Bu oranın kadınlarda fazla olmasının birçok nedeni vardır.Kadınların daha çok psikiyatrik yardıma ihtiyaç duyması bunlardan biridir. Kadınlar ruhsal yapılarından dolayı içlerine gelen bu dürtüyü uygulamaya daha uygundur. Erkekler bu durum daha çok saldırganlık yoluyla atlatılabilmektedir.Kleptomani genellikle ergenlik döneminde başlayan bir hastalıktır.

Hırsızlık hastaları genellikle çaldıkları nesneleri satın alabilecek güçtedirler. Çaldıkları nesneleri genellikle birisine hediye verir, saklar ya da gizlice yerine koyar. Hırsızlık yaparken yakalandığı taktirde üzüntü ve utanç duymaktadırlar.

Bir hırsızlık hastası gözlemlendiğinde;  kişi nesneyi çalmakta ve yakalanmaktadır. Yakalandığında üzüntü duymaktadır. Ancak serbest bırakıldığında kısa zaman sonra tekrar eşya çalmaktadır. Çaldığı zaman ise doyum sağlamaktadır.Üzüntü ve doyum arasında giden ruh hali bir türlü düzelememektedir.

Kleptomani Tedavisi
Bu hastalığın tedavisi psikanaliz yolu ile gerçekleşmektedir. Geçmişte yapmış olduğu hırsızlıklar tespit edilmekte ve gösterilmektedir .Bu alışkanlığı bırakması konusunda telkinler almaktadır. Kleptomanlar hasta olduklarını kabul etmemektedir. Bu durumda aile önemli bir yere sahiptir.Hastanın güzel bir dille uyarılması ve gururu incilmeden uzman hekime götürülmesi gerekmektedir.

DİYET YAPARKEN YENİLMESİ GEREKEN YİYECEKLER

Bu yiyecekleri diyet yaparken mutlaka tüketin. 

Zayıflama diyetlerinde muhakkak yer alması gereken hem sağlıklı hem de kilo vermeyi destekleyici harika yiyecekler var. Bu yiyecekleri de yiyerek uyguladığınız kilo verme diyetleri hem daha başarılı sonuçlar doğurur hem de sizin daha kolay zayıflamanızı sağlayacaktır.

Zayıflatıcı, metabolizma düzenleyici ve hızlandırıcı yiyecekler. Bu yiyecekleri her öğünde, abartmamak kaydı ile tüketebilirsiniz. Kesinlikle hem besleyici, hem doyurucu hem de sağlıklı yiyecekler.

Diyet Yaparken Tüketilmesi Gereken Besinler

* Nohut

* Hindi eti

* Tavuk eti

* Dana eti

* Tam tahıllı ekmek

* Ispanak

* Maydanoz

* Bamya

* Yumurta ( Rafadan, çılbır, menemen şeklinde yenebilir )

* Yoğurt

* Baharatlar, kırmızı pul biber, karabiber, kırmızı acı turşu biber

* Türk kahvesi

* Siyah çay

* Maden suyu

* Su

SAĞLIĞINIZ İÇİN YOĞURTSUZ GÜNÜNÜZ GEÇMESİN

Bilim adamları yoğurdun her yıl ayrı bir faydasını keşfediyor. Daha önce yoğurdun bir zayıflama hazm ilacı olduğunu keşfeden bilim adamları şimdide, yoğurdun modern yaşamın moda hastalıkları kolit, alerji, osteoporoz, hazımsızlık, hipertansiyona yol açan kötü kolesterol ve kalp-damar hastalıklarına karşı güçlü bir koruyucu olduğunu ispat ettiler. Özellikle “A”, “B”, “E” vitaminleri, mineral tuzlar, kalsiyum, fosfor, magnezyum içerikli beslenme alışkanlığı olan kişilere çok yararlı bir gıda. Süt şekerini laktik asite dönüştürmesi nedeniyle kalori açısından oldukça fakir. Bu nedenle diyet sofralarının vazgeçilmez gıdasıdır. Ayrıca süt şekerinin yol açtığı bağırsak problemleri nedeniyle süt içemeyen çocuklara da süt yerine yoğurt verilir.

Yoğurdun Faydaları Kadınlara Birebir
Günde 125 gr. yoğurt tüketimi hazımsızlık, mide ve bağırsak rahatsızlıklarını önler. Cildi pürüzsüz hale getirir, saçlara parlaklık kazandırır, cilt güzellik maskelerinde kullanılır. Bünyesindeki yüksek dozda kalsiyum sayesinde menopoz döneminin tehlikeli hastalığı osteoporoza karşı güvenli bir koruyucudur. Özellikle sinir sistemi için uyarıcı ve dinlendirici özelliğe sahip olan yoğurt, yaşlılara tavsiye ediliyor.

Yoğurdun içerdiği yararlı bakterileri koruması için buzdolabında muhafaza edilmesi gerekir. Ayrıca bünyesindeki faydalı maddelerin etkisinin geçmemesi için taze olması gerekiyor. En iyi yoğurt evde yapılanı. Böylece tazeliğinden yüzde yüz emin olursunuz. Yoğurdu öğünlerde, diğer yemeklerin yanında ya da öğün aralarında yiyebilirsiniz.

Yoğurdun mutlaka her gün düzenli olarak tüketilmesi tavsiye ediliyor. Öğünler arası yemeyi tercih ediyorsanız meyve, salata ya da çiğ sebzeler eşliğinde yiyebilirsiniz. Böylece günlük vitamin ihtiyacınızın büyük bir bölümü karşılanmış olur. İsterseniz yoğurdun içine küçük parçalar halinde meyveler katarak da yiyebilirsiniz. Sağlıklı olmanın bir diğer yolu da sarımsaklı yoğurt yemektir. Yedi tür antibiyotik içeren sarımsak ile uzun yaşamın sırrı olan yoğurdun beraberliği, bağışıklık sisteminizi güçlü kılacaktır. Ve yoğurt sizi çağın bir çok hastalıklarından koruyacaktır.

Yoğurdun Faydaları

* Hastalıklara karşı direnci artırır

* Bağışıklık sistemini güçlendirir ve hastalık yapan mantarlar da dahil olmak üzeretüm mikroplardani sindirim sistemi kanserlerine kadar pek çok hastalıktan korur

* Büyüme-gelişme çağında, diş ve kemik gelişimini hızlandırır

* Raşitizmden (çocuk felci) korumaya yardımcıdır

* Menapoz sonrası kadınlarda ve yaşlı erkeklerde kemikleri güçlendirir, kırılmaları önler

* Yoğurt, bebeklere altıncı aydan sonra ek olarak verilen ilk besinlerden biridir. Böylece bebeklerin kemik ve diş gelişimine yardımcı olur

* Bağırsaklardaki yararlı bakterilerin oluşumunu hızlandırır

* İshalden korur ve kabızlığı giderir

* Bağırsak hareketlerini düzene sokar ve bağırsak ülserine karşı korur

* Ağız kokusunu ve diş taşı oluşumunu önlemeye yardımcıdır

* Uyku sorunu olanların yatmadan önce bir kase yoğurt yemesi önerilir

* Diyabet hastalarına iyi gelir

* Kötü kolesterolü (LDL) düşürür, iyi kolesterolü (HDL) yükseltir

* Vücuttaki yağların yakımını kolaylaştırır ve kilo almayı önler

* Çok yoğurt yiyenlerin, az yiyenlere göre daha uzun ömürlü ve daha sağlıklı yaşadıkları gözlenmiştir

* Yoğurt, büyük bir kalsiyum kaynağıdır

* Laktoz intolerans (laktaz enzimi eksikliği olanlar, süt şekeri olan laktozu sindiremez) yüzünden süt tüketemeyenler için yoğurt idealdir

* Yoğurdu soğuk tüketmeye dikkat edin. Yoğurttaki yararlı bakteriler sıcakta hayatta kalamazlar.

DİKKAT : Bu sitede yayınlanan her türlü bilgi, sadece bilgilendirmek amacı ile hazırlanmıştır. Bir sağlık profesyonelinin vereceği tavsiyelerin yerine kullanılamaz. Sizin gerçek fiziksel durumunuzu yansıtmıyor olabilir. Doktorunuza danışmadan bu sayfalardan edineceğiniz bilgileri herhangi bir rahatsızlığın teşhis veya tedavisinde kullanmayınız. Soru ve sorunlarınız için doktorunuza danışınız.